23 Aralık 2011

parmaklarımı şıklatıp üçe kadar saydığımda..

ya pencereyi açıp tanımadığın insanlara anlatacaksın, ya da burda bu blog denen yerde yine tanımadığın insanlara.. ne kadar da benzer şeyler aslında ikisi. aslında kimse kimseye bir şey anlatmıyor.. iki pencereyi açmakta aynı kapıya çıkıyor (bazı pencereler kapıya çıkıyor-artistlik yapmanın lüzumu yok, kes sesini, mümkünse ebediyyen, yok sesten önce elini-) neydi ha pencere-blog meselesi; birisi daha sessiz sakin bir yol, insan denen yaratık genelde bunu tercih ediyor. yoldan geçenlerle yorum yazanların tepkileri de aynı kapıya çıkıyor, yoldan geçenler daha sahici, daha samimi o anda düşünmeden ne diyecekse diyor, diğeriyse sanal, gözleri bile görünmüyor.
kimisi de kendine beddua etmek için önce kapatıp sonra tekrar açıyor penceresini, aslında neden tekrar açtığını da bilmiyor. bilinçsiz yaptığı en kötü şey olarak bir köşeye tarih atıyor.
bilmiyor; çünkü şaşkınların en büyük suçları şaşkınlıklarıdır, dünyaya yeni ayak basıyor gibidirler yürürken her adımda. bilmemenin 'masumiyetine' sığınıp kelimelerini israf ediyor. mesela tam şu harfi ve şu kelimeyi yazarken büyük bir israf yaşanıyor. elin kırılsın senin elin! seni üçüncü sefil şahıs, seni küçük aptal! ortaçağa ışınla kendini ve cadı diye yaksınlar seni! klvynn ssl hrflr yrndn kpsn, sms msj gb sssz hrflrl dbln dr. belki o zaman kesersin sesini..

kendini israf etsede, kelimelerini israf etmemiş o naif adam, kimbilir belki de 'tuhaf bir yarma yaşanıyordur' kim bilebilir. ve o tuhaf adam, diyor ki:
...
çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak
denebilir ki-
bir insan en çok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı-
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye’si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz hamleyi

...

neydi? hmm blog olayı, evet, daha düne kadar günlüklerini delikten deliğe kaçıran, kilit üstüne kilit vuran insan denen tuhaf yaratık şimdi taban tabana zıt denilen bir hale bürünüyor; yapıp ettiklerini iyi kötü ayırt etmeksizin ifşa ediyor, bilerek ve isteyerek. bunlar bilinen şeyler, yeni bir şey söylemiyorum. hem yazmak bir tutku bir yerde, bırakılabilen, terkedilebilen bir şey değil..ama neyi? kime? içine dahil olduğumuz bu şey, adı paylaşım mı? kötü bir şey olduğunu iddia etmek doğru olmaz, eleştirmekte değil, yalnızca tuhaf geliyor dışardan, pencerenin dışından, sokakta yürüyen insan modunda bakınca buraya. ve diyor ki;
...
dalgının ölüm karşısındaki sükuneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur

...

öğretilmiş duygular, hesaplı kitaplı günler yaşıyor insan denen varlık artık.  neyi bilip neyi bilmeyeceğimize kim karar veriyor? "faydasız bilgiden, ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden, kabul olunmayan duadan..." en çok kime sığınıyor? kendine mi? kalplerin bile sınırları çizili, ne hissedeceğimize öğretilmiş duygularımız karar veriyor. kuralllar manzumesi bir bir sıralanıyor; trend bu, bunu yiyeceksin bunu giyeceksin ve bunu ya da şunu yaparsan...
bir saniye, dur, kulağıma söyle, duymasınlar:

... 
insan
azar azar kopmuştur

yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri

sınav

bir oyuna rasgeldim
her taşı yakup hüznü

anlat
bu boşalmış at
hüzündür

yanında
kalfa
çırak


ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı

gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun

kabusa beyaz bir su
oyuluyordu


‘ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
bir gün
kalınabilir miydi?’


huzur veren bir bakış arıyor herkes, kimse huzur vermek niyetinde değil, onulmaz bir alıcı kuş hali sindi üzerimize. mutluluk ve huzur birbirine karıştırılan iki kavram haline getirilip önümüze atıldı. hop aldık kabul ettik, herşey çok lezzetli ya ne verildiyse yedik, acı mı? tatlı mı? demedik, ah elbette, elbette hiç vaktimiz yoktu bizim sormaya falan, yetişmemiz gerekliydi herşey hayat memat meselesiydi. bırak gitsindi değil mi, aldı başını gitti giden miydi; gitti dünya, kalelerimiz düştü, cellatlar yetişemiyor bak, zindanlar yetmiyor. daha çok kan lazım susuz kalıyorlar yoksa. kimse bunları duymak istemiyor bak, felaket tellalı, akbaba kılıklı, içi kararmış bir zavallı, pesimist bir ucube oluyor bunları anlatanlar. olan oldu, ipin ucu kaçtı deniliyor neresinden tutup da yetişeceksin bırak artık! süngerleşmiş beyinler, emiyor sorgusuz sualsiz bir kabullenişle bu tuhaf ama normalleşmiş hali. herkes sanal ortamda bir başkası oluyor, sonra kendini unutup 'vuuu nasıl bir aforizma tanrım!' diyerek kendi yazdığı cümleyi alıntılayacak kadar zavallı hale geliyor. süper pasifizasyon yöntemleri bulunup test edilip yüzde yüz emin bir kafa hareketiyle onaylanıyor ve 'thumbs up' işareti çakılıyor müttefiklere, ensemizde sinsi bir nefes daha alınarak. ipi yakalamak için biraz kıl kıpırdatmak gerekiyor ya hani, yo yo keyfinizi bozmayın, en iyisi masa başı bir iş, temiz bir sicil. böyle programlandık, kemiklerimize işlendi, sonra derilerimize kazındı kalıcı boyalarla. tamam kestim sesimi. parmaklarımı şıklatıp üçe kadar saydığımda...
....

sen 
ey atını kaybeden oyuncu
bir ilk yazdan koca bir güz yontan adam
bırak oyunu

artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü kişnesin
bizim atlar

...

15 Aralık 2011

random-II

akşamları bol egzoslu gürültülü yarım saatlik kısa bir yürüyüş iyi geliyor. bütün gün saçmalıklarla boğuştuktan sonra kendini bu tekdüze yürüyüşe bırakıp, bol öğrencili ve turistli caddede bu gece yürüyüşü iyi geliyor. of çok kalabalık başımı döndürüyor ama iyi geliyor. iyi gelmeli.

ara sokaklara dalınca bazen kimsecikler olmuyor,hareket edebilen tek şey kalmak bir anlıkta olsa tuhaf şey. tam tadını çıkaracakken bu tatlı tuhaflığın, arabanın altından uyuz bir kedi pis pis sırıtıyor. alacağın olsun kara kedi, zaten sizin familyayı oldum olası sevemedim gitti. sana da ayrı bi sinir oldum bak şimdi, hepinizin suratında aynı cins bakış, kuyruk havada karın içeride bi afra tafra bi kibir..hıh.
dilimi ait olduğu yere, ağzımın iç kısmına tekrar yerleştirdiğimde kimsenin pencereden bakmıyor oluşuna emin olmak için başımı kaldırmaya hiç niyetim yok. sokakta boş zaten, yani umarım öyledir. canı sağolsun. kedinin değil tabiki. hıh.
baykuş milletinin o trip suratını tercih ederim, bi bildiği var da surat asık geziyorlar. hayır siz ne demeye o kuyruk havada, bi cins bi gıcık bakış.

çapraz masadaki arkadaşın ivedi hareketleri neden bilmiyorum ama sinirime dokunuyor. hele dolabın kapaklarını son sürat neden çarptığına dair ne kadar mesai harcasamda bir veriye ulaşamıyorum. odadaki uğultuya sanırım bateri ile eşlik ettiğini sanıyor. yok sinirli değil gayet neşeli, sinirli halini hiç hayal etmesek..

makedon kahvesi, seni çok seviyorum. akşamları iyi geliyorsun..

mevcut rutini bozmak için farklı yollardan gitmekten başka bir de ayak sesimin ritmini bozuyorum, iyi geliyor. iyi gelmeli. of ayaklarım çok ağrıyor. hiç bir ayakkabıyı sevmiyor. ayakkabılar da onlara çok bayılmıyor da azcık bayılsa ne iyi olurdu. biri büyük diğerinden azcık ama olsun ayda böyle şeylere kimse takılmıyor. yürümek beyin hücrelerime iyi geliyor. ahmaklığımı yüzüme vuruyor yürüyen yeşil adam tepeden tepeden bakıyor. geçeceksen geç be kızım diyor. sesi sitemle karışık şefkatli. afedersiniz şalımı düzltiyordum da o da yeşil ya seçemedim bi an desemde, yemedim ama hadi öyle olsun bakalım der gibi gülümseyip mekanı kırmızı amcaya devrediyor. ayrıca ahmak değilim ben tamam mıığ, aptalım sadece hıh, diye çatık kaşımla basmış giderken caddenin orta yerinde put gibi duran kırmızı amcayla yüz yüze geliyorum. kaşlarım çatık gözlerim çatapat bi halde içimden küfüre benzer bişeyler geçiriyorum. iyi geliyor. sonra bi türkü tutturuyorum, tam caddenin ortasında; 'aaraaadayıım çaalı gibiiğ buu duyduğum en üzücü şeey, araada olmaağk aradaağ olmaak.'
kırmızılı put amcanın fesupanallahlarıyla yerini yeşil amcaya devredişine türküme devam ederek eşlik ediyorum; 'yeeşil olmak bile dahaağ iyiiğ..'

deli gibi çalışıyorum, gibisi fazla, bütün işlere gününden önce kafayı yedirtiyorum. benim kafayı da arada kaynatıyorum, iyi geliyor. yine de bitmiyor, bu neymiş diyorum, neymiş. evet bütün dünyanın işini aya fırlatılan ilk araçla göndereceğim size diyorum. ocak baskısına yetişir evet merak etmeyin kapağı kaldı bi. rica ederim, sağolun(olmasanız da olur), size dee..çat!

güzel bir şarkı ısmarlıyor kibritçi çocuk, iyi geliyor, gelmeli..

8 Eylül 2011

le banquet (şölen, ziyafet)

çalıntılanmış bi yerden çalıntıladığım bir iki güzel mekan.
huzur bulma hayalleri falan filan. yeşil üçgen çatılı olan benim şimdiden söyliyeyim.
a tabii yann amca da eşlik edebilir akordionuyla :)

































27 Temmuz 2011

poz ver hadi magmadayız

kırılgan bir dengedeyiz
nerden baksan yemyeşil bir bozkır gibiyiz
mahcup durmayı da iyi beceririz
ufacık gökdelenlerdeyiz
daha bir adım atmadan
doksan katlı barakalarda
küresel bir mutluluk bizimkisi
tek taraflı mantığın birlikteliği

varmıyız ki biz hani nerdeyiz yokuz
afedersiniz rahatsız olmazsanız
birileri açken biz hala tokuz
hadi koşup alsınlar o taşları
bağladıkları karınlarına
geçirsinler dişlerini bir an önce
kaptırmasınlar bu defa sakın başkasına
aradıkları mağden
tam da o taşlardaydı

kırılgan dengeyi parçaladık baktık
matruşka imiş dünya
poz ver hadi magmadayız
avcumuzdaki kor ateşle şık durmalıyız
hem dersimiz neydi
dünyanın üçte ikisi
bir zamanlar suydu
affet bizi
biz dersteyken ışıklar loştu
mu diyeceğiz

4 Temmuz 2011

kotuye kullanim bildir III

dikdortgene calan bir kup hayal edebilirseniz edin cunku su an oyle bi sekle sahip bir mekanin tabanina paralel bir kanepe seysinin uzerinden bit kadar bi ekrana hapsedilmis netteyim. neyse bu odaya benzeyen dikdortgenimsi kupun icinde ki ben de hala boyle bir seklin varigi konusunda utu masasiyla ihtilafa dusmus durumdyim. en son uyduk camasir askisina ki en mantiklisi onun dedigiydi; bursi maksimum seviyede ses gecirme kapasitesine sahip, kitaplik ve yirmidort saat dizi yayinlayn bi alet ihtiva eden veee sanirm uzun bi sure uzerinde gozlerim acikta uyuma provalari yapacgim kanepemsi bi sey de iceren odamsi bi mekan.. cocuklugumdan beri arayi biturlu duzeltemedigim bu kanepemsi duzlem, yatagimin eskime,yeni esya,tasinma vb. gerekcelerle ebediyen evden uzaklastirilmis olmasindán dolayi gidip gelip beni bulmus durumda. ne yatmak ne de oturmak icin tasarlanmadigini dusundugum bu garip varlik acaba hangi akla hizmet icin uretilmis ve de tuketilmis sorgulamiyorum bile. yo yo beni ardiyeye falan kitlemediler, sadece yakin gelecekte tasinilacagina dair bir kehanete olan inancla eski turk gocebe adetlerini surdurmek butun amacimiz. gerek esya sayisini gunbegun azaltmak gerekse bi takim seyleri kolileyip aylarca o sekilde bekletmek gibi tum eylemler bu ulvî amaca hizmet ediyor. ama bu kehanet el falindan bile dusuk bi ihimal gibi. daha da kotusu yalnizca cani istediginde calisan hasta ruhlu kart okuyucum calistigi bikac sanyelik zamandada kaptigi virusle bugun camdn dusme tehlikesi gecirerek cektigim tum kumru fotolarini bir lokmada yuttugunu haber verdikten sonra bir daha da acilmadi.kendisine bizim oranin butun garip beddualarini armagan ediyorum. tamaam tamam biliyorum burasi boyle bi blog degil, biriki aya kadar aglak bi yaratik hic degildi, nerdeyse foto bile cekmez, bisicik yazmaz olusum da hep.. Neyse. istanbul yedi tepeymis neyime, kal selametle.

22 Mayıs 2011

bir soluk-luk

kapıyı açtı küçük çocuk, tam karşısındaydı işte, orda, tam ordaydı, ama görmedi onu, duymadı. kapıyı kapattı sessizce. ya da sadece sessiz olduğunu sandı, tahta kapının menteşeleri gıcırdyarak boş odada duvarlara çarpa çarpa yankılandı durdu saniyelerce. oda boş değildi aslında, o ordaydı, ama öylesine soyutlaşmış, kocaman gözleri ufalmış, o kadar varlıktan uzaklaşmıştı ki, yok yanında hiç kalırdı. incecik parmakları ipince olmuştu. öylesine yok olmuştu ki, küçük çocuk onu yok sandı. menteşelerin gıcırtısı yankılanırken boşlukta, rüzgardan çarpıp duran kırık pencereden içeri ıhlamur kokusu doldu. kapıyı kapattı küçük çocuk, boş sandığı odanın boşluğundan korkarak. dolu odalar boş odalardan daha mı az korkunçtur ya da eşyaların varlığı doluluğa denk mi gibi bir düşüncenin küçük çocuğun aklından geçtiğine emindi. ama ne onu, ne de odadaki dopdolu boşluğu görebilmişti küçük çocuk.

gördüğü en küçük çocuk, görünmediği üç beş kişiden biriydi onun. ıhlamur kokusu odaya sığmayıp kapının anahtar deliğinden dışarı kaçtı. çocuk elini kapının kolundan tam çekmişti ki aniden durdu, döndü, baktı. eli kapının kolunda, gözleri kapalı, kapı kapalı. gözleri kapıya kilitli, kapı onun üstüne kilitli. küçük çocuğu durduran şey içine çektiği o güzelim ıhlamur kokusu değildi. oda onunla doluydu, boşluk onu doldurmuştu ama onun boşluğundan daha dolu olan gözleri, kristalleri daha fazla taşıyamadı. hiç bir zaman ağlamamak için kendini tutmayan küçük çocuk, kapının menteşelerinin çıkardığı son gıcırtının da yankılanması bitince, sesle nefes arasındaki bir anlık boşluktan faydalanıp gözlerini kapayınca bir kaç damla kristal, şiir gibi süzüldü. bunu o da görmüştü, damlalardan yansıyan pırıltı anahtar deliğinden sızıp tam göz bebeklerine değmişti. kristal damlalardan biri, yere düşerken ıhlamur kokusuna değdi. ağlamanın güzelliğini kokuyla birleştirmek bir tek onun işiydi, bilirdi.

görmemişti onu çocuk. nefes alıyordu şimdi tam kapının arkasında, bir kez daha görebilmek için o pırıltıyı tam kapının yanına sokulmuştu. diğer damlanın düştüğünü gördü birden. nefesini tutuyordu ki damla anahtar deliğinden uzaklaşmasın. ama olmadı. görebilmenin heyecanıyla nefesini bırakınca birden, damla düşmesi gereken noktadan üç santim uzağa düştü. ahenk bozulmuştu bir kez. çocuk, kırık dökük, boyası dökülmüş kapıyı gözlerindeki diğerlerinden daha iri kristalleri savurarak tek elilyle söküp tam karşı duvara fırlattı. duvarda en son onun görüntüsünün izleri kalan, yer yer sırrı gitmiş, bin parçaya bölünen aynanın çıkardığı tiz ses; havayla, kokuyla, boşlukla, kristallerle ve onun soyutluğuyla birleşip küçük çocuğun kulaklarında boğuldu. kapının varlığı aynanın varlığını parçalara ayırmak için yer değiştirdiği andan itibaren o, bütün yokluğuyla tam önündeydi, ayaklarının dibinde. dizleri üstüne çökmüş, başı önüne düşmüştü. upuzun saçlarından yüzü görünmüyordu, kolları iki yanına sarkmış, şeffaf derisi kapının yerinden sökülürken havalandırdığı toza bulanmıştı. küçük çocuk eğildi, saçlarının kapattığı yüzünü avuçlarının arasına aldı. onun gözleri kapalıydı. soyutluk boşlukta dağılıp uzaydaki yerini almıştı. artık onu görebiliyordu çocuk. neden sonra, onun nefesinin bileklerine değmediğini hissetti. anahtar deliğinden gözyaşının yönünü değiştiren rüzgarın ne olduğunu hiç bilemeyecekti. bir damla daha kristal düştü küçük çocuğun gözünden; bir milim bile oynamadı bu defa.

7 Mayıs 2011

kötüye kullanım bildir-II

anlamlandıramadığımız şeyleri anlamlandırmaya çalışmanın bir anlamı yokmuş. bırakalım öyle kalsınmış, yok kalmasınmış, nasıl bırakablirmişiz. bu 'şey'ler insan da olabilirmiş ya da bazen insanlar 'şey' olabilirmiş ama ikisi aynı 'şey' değilmiş. 'şey'tan görsünmüş, hiçbi'şey'den daha değersiz o 'şey'lerin yüzünüymüş. bir kaç saniye evvel yapılan bu 'şey' israfının vebalini kim yüklenecekmiş. neyse onu ben oyalarım siz kaçınmış. zaten kaçmayı falan da beceremezmişim, kalır meydanda savaşırmışım, bir kaç parçaya ayrılmadan da çekilmezmişim, karşıdakine zarar vermezmişim ama yine de sonuç değişmezmiş. sebeplerle saçsaça başbaşa didişirken sonucu kaçırmışmıyım ki, öyle mi ki. sonuçlar sebepleri süpürünce adı temizlik olmazmış, su çiselesende yoğun bir toz bulutu kalkıp havalandıkça dünya görünmez olurmuş, varsın olsunmuş. öyle dermişim ben olsaymışım. demezmişim. kendinden alıntı yapabilen saçmasalak bir insanmışım. boşvermiş, anlamak her zaman isabetli bir 'şey' değilmiş. hı hı yine 'şey'miş.

şu kadarcık değerim olduğunu bilsem susarmıymışım. ama yokmuş. neyse 'beni anladın ya suya değsin bir kanadın' demiş, kim demiş çok dert değilmişte hani iyi demiş hoş demiş. sözmüş alıntısız yazacakmışım artık. bırakacakmışım artık şu -miş'li geçmiş zamanda saplanıp kalmayı, ama elimde değilmiş, elimden geleni ardıma koymazmışım, ardımın kollanmadığı savaşlarda kılıcımı daha keskin bilemeyi öğrenmeliymişimki aynı anda hem kendimi hem..
neyseymiş çok uysalmışım bazen alışmamışmışım, 'neye alışmıyorki insan' gibi bir saçmalıktan nefret ettiğimi bilirmişim, o bu şu bilmese de olurmuş. var ya da yok-bir var bir yok-artık yok arasındaki düzlemde 'insan alışıyor' mantığıyla yaşayabilemezmişiz. yaşar gibi yapmamızı sevenler çokmuş. mantık? tık tık? evde kimse yok, olmayacakta. pılınızı pırtınızı bırakıp kalınız, kaçmak gitmek iyi birşey sanmayınız, savaşınız, ah afedersiniz barışçılıktan yapıyorsunuz dimi dimi. ama lütfen makinamın önünde iki parmağınızı 'v' şeklinde yapıp durmayınız, çeker gibi yapıp çekmeyebilirmişim, bakın bu çektikten sonra silmekten daha fenaymış. pek fena.

kuşları severmişim, onlar da beni severmiş, akşam olunca en yüksek dallara çekilişlerini seyretmeyi hep severmişim, onlar da beni severmiş, gün olur devran dönermiş, dünya dönermiş, döner dururmuş, e hadi dursunmuş, hızımı alamayıp dönebilirmişim, geri değil; eksenim etrafında.

yeterince saçmalayamadığım için hiçbişeyden özür dilemiyormuşum, pılınızı pırtnızı saçınızı toplayıp, sessizce, ayak uçlarınıza basarak ve nefesinizi tutarak olduğunuz yerde kalınız. hmm evet buraya kadar saçmalayan olursa bi zahmet yukarıdaki 'kötüye kullanım bildir' şeysini tıklayınız.

21 Nisan 2011

danalar girmiş bostana

günlük kaygılarımız, basit korkularımız, ah ne kadar da zavallıyız, gereksiz ve faydasız. sürüngenler gibi yaşamaya, aptallar gibi sömürülmeye, önümüze konan herşeyi yemeğe nasıl da alışmışız; alıştırılmadık, alıştık! engel olmadık, aman kılımıza cebimize zarar gelmesin, yılan bana dokunmasın da kimi sokarsa soksun, ben düşünmeyeyim, küçük beynimi çalıştırmayayım da ne olursa olsun, zaten görmüyorum da ne oluyor orada, kim ölüyor kim kalıyor. -miş gibi yaparım olur biter, deyip geçmek alçaklıktır.

başına bomba yağdırdığında düşmanını hatırlamakla eşdeğer bir durum. geri kalan zamanlarda barış içinde uyumak, o kuyunu kazarken mışıl mışıl uyumak.. algılarımızda mı bir sorun var, düşünme yetilerimiz mi kaboldu, neden tapındığınız televizyonlarınızda izlemeden, faceboklarınıza linkler düşmeden üzülmüyorsunuz Gazze'ye ya da dünya üzerinde eziyet gören diğer insanlara, Sincan'a, Afrika'ya.. bu kadar mı sığ fikirliyiz, bu kadar mı düşük? bombalayıp kendini hatırlatmadan bir düşmanımız, evet açık açık bir düşmanımız olduğunu hatırlayamayacak kadar zavallı mıyız. neden sadece haberlerde gördükçe ya da ateş kılımıza değdikçe profil resimleri Filistin bayraklarına dönüşüyor, 'viva palestine' ler iletilerde uçuşuyor, kahroluyor israil üç beş günlüğüne, mitingler düzenleniyor, bildiriler yayınlanıyor, israil kınanıyor, aman nasıl da kahroluyor. bir şey değişmiyor, insanlar ölüyor, toplu konutlar inşa ediliyor Filistinde, 'burası bizim' diyor israil, biz kanla suladık bu toprakları diyor, 'burası bizim'!

sonra unutuyoruz; uyuşturuluyoruz dizilerle, bir uzvumuz gibi olmuş bağlı olduğumuz kablolarımızla zerk ediyoruz damardan uyuşturucularımızı. süngerleşmiş beyinlerimiz herşeyi emip bir köşeye atıyor, janjanlı şuh bakışlı profil resimleri geri geliyor, günlük kaygılarla hayat devam ediyor, israil de devam ediyor: katliama.

5 Nisan 2011

kötüye kullanım bildir-I

bir garip ruh yorgunluğu kar durgunluğu. yamaçtaki nar ağacını özledim bahsetmişmiydim dört yıl öncemiydi görmüştüm küçük narları vardı. korkuyla ümit birbirine düştü heryer kan revan eline yüzüne bulaştı çekil ordan. dilin altından gevelenen dualar her hali dua olanlar var bi de herkes bilmez. bir gece uyanıp birdaha uyuyamayanlar da. delik deşik surlar var beynimin içinde. güzelim çocuklarını dadıya madıya konuya komşuya bırakıp sırf hırstan tutkudan kariyerci kadınlar var mesela. o zavallıları gördükçe elimdeki bütün mesleklerden iğreniyorum, tiksiniyorum. o güzelim çocukları alıyorum, beynimdeki surların deliklerine salıncaklar kuruyorum, oturtuyorum, nasıl da mutlular saçları uçuşuyor, yavaş sallıyorum, onlar korkup kaçmıyolar benden. gözbebeklerinde güneş parıldıyor görebiliyorum. korkaklardan korkmuyourm. bi an olsun ölmeden ve görmeden yaşayabilseydim olmayacaktı böyle, ah dedim, keşke meşke keşmekeş keşkeşke meşkkeş. demedim. çöle gidecektim onu hiç demedim. ondan da vazgeçtim nasılsa gitsemde kum olamayacakmışım öyle dediler de inanmadım. ah olaydım toza toprağa karışaydım, ol demedin yaRabbi, olmadım. çöle buzdan heykel yapılır mı, denedim ben olmuyor. belkıs gibi billurdan sular akmadıysa ayaklarınızın altından, eteğiniz ıslanmadıysa azcık, imkan ve sızı başrollerdedir. bir araya gelmemeli ikisi. 
uzak diyarlardaki dünya sakinleri, gelecektim de ben sizinde huzurunuzu bozmak istemedim. ondan da vazgeçtim, o kadar deli değilim, zarar vermem size. yüzüm yok afrikaya gidemem dedim. dünya bahane ölüm şahane karamsar değilim sadece biraz avare, başımın üstünde uçuşan kuşlar gibiyim. bak yine o şiir geldi aklıma o da şahane."insanın kıt, gecenin yıldızsız, ifritlerinse, daim peşimde olduğu zaman, kimin kapısını omuzlayarak hoyratça açar da, kimin aynalarını parçalayarak canımı içeri atardım, tanrım, sen olmasaydın." sonunda münzevinin aynalarını da parçaladım kendiminkileri de. zehirlendim. zemheride zikrin zerafeti, zehir zemberek zihnimde, zuhuru zayıf zalimlerin zamanıdır, zehri zerketme zamanıdır, ziyan zebilmiş zakkumlar, zerdaliler de, zorbaları zorlar zihnim zorlamayın. zehirlendim. tamam sustum. 
buraya kadar gelen varsa bi zahmet üstteki kötüye kullanım bildiri tıklasın. yok ya da ben tıklarım tamam. zira burası amacını aştı hatta taştı. 

2 Nisan 2011

-miş'li kangren

nefes alldıkça ağrı kemiklerine işlemiş, midesine saplanan bıçağı da çekince, sancıdan kaburgaları yer değiştirmiş. en son başına ulaşmış, sonra saçlarına, saç diplerine, sonra uçlarına kadar inmiş. durdurak bilmemiş, bir umut ya kesmiş atmış ne varsa başında, çoğu gitmiş azı kalmış da o ince ağrıdan kurtulamamışmış.
"uyanmış kalmışmış" sonra bir daha uyuyakalamamış. tüm organları çalınmış bir beden gibi orda kalakalmış.
nefes almayı tekrar denemiş, bir daha da cesaret edememiş. olsunmuş şu dünyada nefessiz yaşayabilen belki de ilk bedenmiş, öyle miymiş? hem zaten içi boşaltılmış soyut bir kavramdan ibaret bir şeyi artık kim ne yapsınmış.
kalkmış, olmayan midesi için olmayan elleriyle yemek gibi bir şey yapmış. yemek onu beğenmemiş, korkmuş, kaçmış, gitmişmiş. bütün korkaklar gibi o da gitmiş, afiyet falan olmayınca da içi içini yemiş. doymamış, içi başının etini yemiş.
yok böyle olmayacakmış, bıçağı çıkardığı yere geri saplamış, "sonra o bütün resimlerini yırtmış", "dünya dalgınların oyunuymuş", yüzünde parçalanmış bir göz olansa artık dalamazmış, ne dünyaya ne de oyuna yer yokmuş.
oturmuş, kanıyla ruhu kendine ağır gelenlerin masalını yazmış. nasılsa gidilecek en güzel yer belliymiş, kalbini çıkarıp kargalara yem etmişte onlar bile beğenmemiş. sonunda ruhu, içi boş bedenini kollarından tutup bir köşeye çekmiş, artık arafta değilmiş, yeri belliymiş. oynadığı sonsuz köşe kapmacalarının hepsini kaybetmiş.
 yarım aklında çocuklarına anlatacağı bir şehir efsanesi kalmışmış; gölgesi görünmez sesi çıkmazmış, yaşı yokmuş, gözleriyse dolu doluymuş, hatırına susmuşmuş. artık nefes alamasa da, olsunmuş.
"şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yaRabbi, taşınacak suyu göster, kırılacak odunu" bile diyememiş. "kalmış bu silinmez yaşamak suçu üzerinde, bilememiş hangi suyun sakasıymış ya Rabbelalemin, tütmesi gereken ocak nerdeymiş?"

2 Mart 2011

-miş'li şimdiki zaman

gözleri dalmış gitmişmiş, geri gelmesi bir kaç yüzyıl sürebilirmiş,
yaşamak zor zanaatmiş, öyle herkes eline çekici alıp işleyemezmiş,
kelimeleri önce etrafa saçıp sonra tırnaklarıyla kazıyarak saplandıkları yerlerden tutup çıkarabilirmiş,
sonra tekrar alıp saçlarından tutup sürüm sürüm süründürebilir, hece hece canlarını okuyabilirmiş,
ama neden yapsınmış, her şeyin bir ruha sahip olduğunu bilirmiş, çok bilmişmiş, ruhu olana eziyet edilmezmiş, olmayanın eziyeti zati kendineymiş,
her şehirde bir miktar yaşanabilirmiş, dünya da neymiş, başının etini yemiş, demişte demiş, demişte demiş,
yüzyıllarca parmkalarını haritaların üstünde gezdirmişmiş, sonra asasına dayanmış, yaşamanın inşaatı bitene kadar dayanmış durmuşmuş, Süleyman gibi orda öylece beklemiş durmuş*
iğnenin deliğinden hindistan hikayeymiş, önceden sevmediği mişmişi** artık severmiş,
başını ellerinin arasına almış, düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş, elleri başından fersah fersah uzaklara kaçmış,
gidecek bir yer bulamamışmış, her yerle kanlı bıçaklıymış, kanları başkasına bıçağı kendisine saplamışmış, merhameti tavan yapmış,
düş içinde düşmüşte uyanamamışmış, kaderine küssünmüş, kadere de küsülürmüymüş, ne kadar ayıpmış,
içinin kırıkları gelenin geçenin ayaklarına batmış, kanatmışmış, acıtmışmış,
dönüp içini bir temiz azarlamış, ama kırıkları toplayamamış, orada öylece bırakmış, sonra nerden baksa hep bir fazla iki eksik kalmışmış, palavraymış, bir fazla hep eksik kalmışmış,
kelimeleri yanyana bir düzen tertiple sıralayabilen herkes cümle denen şeyi kurabilirmiş, bunun içinse herhangi bir dil bilmek yeterliymiş, ammavelakin ağzını açtığında konuşacak bir dil(daş) bulamamışmış.

*
**bir kayısı çeşidi

26 Şubat 2011

zaman bu

bak ne diyeceğim
bu dünya
iki karış çöl bir avuç gölmüş
anlamasan da olur
zaten yarısından çoğu 
bakarken körmüş
birisi içimi
bir ters bir düz 
örmüşte örmüş

kapkara geceler gibi bir boşluk 
(d)olmazsa olmaz
hem birazdan laleler solacak 
buz kesip kalacak gözlerim yine
ellerim miydi ne  
küçücük bir boşluk gibi işte
bir yok(sul)luk gibi
hiç olmadığın kadar 
hiç olmak gibi
(d)olsada olur (d)olmasada

demedi deme
dünya birazdan duracak 
böyle olmayacak
otobüs kaçacak
isyanlar susacak
arap kızı korkudan camdan bakamayacak 
körolası çöpçüler 
kor olmuş ruhları hindistana uçuracak

bak demedi deme 
gitmek de gelmek kadar zor olacak
gözlerin trafiğe kapatılacak
saçlarına kuşlar yuva yapacak

zaman bu 
onu bunu şunu beklediği vaki değil 
alıp başını dağlara gidecek
bak bir daha da dönmeyecek

sağ elimde beş parmak 
sol elimde beş parmak 
hepsi birbirine düşmüş
kim ayıracak
say da bak 
hep bir tanesi hain çıkacak

iki karış çöl sağda 
bir avuç göl solda kalacak
ortadaki kara kedi 
ölmeli

yok böyle olmayacak 
bak laleler solacak 
son piyonları da oynayayım derken
ellerinden kan lekesi hiç çıkmayacak
demedi deme 
birazdan demirden asası kırılacak 
yorgun dünya 
duracak

17 Ocak 2011

yaz kızım III

gereği düşünüldü;

gözlerine kanlar üşüşüp,
kemiklerine ağrılar,
kalbine samuray kılıçları saplanana kadar
beklemeye mahkum edildi!