20 Nisan 2013

fren yapma kurslarına kayıtlarımız başlamıştır

bir otobüs dolusu insan ön camdan fırlamadan ya da koltuklar yerinden sökülüp yolcular uçuşa geçmeden önce otobüs şöförlerine ehliyete ek olarak 'fren yapma kursları' verilmesi şart!
ülkemizdeki cinayet işleme oranı neden bu kadar yüksek sanıyorsunuz!

ders içerikleri şu şekilde sıralanabilir:
1-kullandığınız aracın bir otobüs olduğunu unutup jip gibi kullanmamak. 

2-yüzlerce kez durduğunuz duraklara aptal değilseniz en azından bir aşinalığınız vardır. arazide sürüyormuş hissinden uyanıp, durağı farkerdip yavaşlayarak durmak.

3-virajlardan sonra koridor taraftaki yolcuları koridora dökmeden, cam tarftakileri de cama yapıştırıp izini çıkartmadan durabilmek.

4-yolcu (sanırım en büyük düşmanınız) tam otobüse adım atıp içeri girerken frene ani bir şekilde basmamak. 

5-kırmızı ışık: perşembenin gelişi çarşmabadan bellidir, kırmızı ışık dediğimiz şey şak diye yanmıyor.
aradaki sarı ışığı görebilmek için yapılacak şeyler listesine sahip olmak. 

6-işinize duygularınızı karıştırmayın: asabınızın bozuk olduğu günlerde hırsınızı fren pedalından, kornadan ve size (maalesef) muhtaç olan zavallı yolculardan çıkarmamak. 

("arkalara doğru ilerleyelim mi?" ve "müneccim değilsek tüm duraklarda kapıları açmalıyız" kurslarımızın tarihi daha sonra açıklanacaktır. )

16 Nisan 2013

nunlar




kendi kendime, kendimle, konuşmayı seven türden bir deliydim yakın geçmişte. dere tepe gide gele sesimin bana bile yetişmediği zamanlara geldim. kendisiyle barışık olmanın tam karşılığı olmayan bir küslük var aramızda kendimle. hani istemediğin bir şey yapar da biri, küsersin ya, öyle işte bildin mi? (öyle bir beklentim yok tabi. laf olsun diye sordum.)

bunlar mı? bizim özlemin elleri nunlar, *bunlar demek istedim. nunlar da olabilir aslında bak, elifler, dallar, vavlar, mimler. silmektense yazmak daha kolay geldi bir an.
elif duruş, dal selam, vav gülüş, mim de mimikler olsun.
bunlar önemliymiş, öyle diyorlar. bakış kaldı bi onu da siz tamamlarsınız artık.
yok yok tasavvuftan devşirme edebiyat parçalayacak kadar sapıtmadım.
ciddi şeyler yazacak halim de yok.
-"dizlerimin ağrısı olmasaaa neler yapardım, dağları devirirdim dağları" diyordu geçen anneannem. ne yapacaktı acaba?
-"stratejik pis oyunları mı bozacaksın anneanne, dengeleri, düzeni değiştirip bu oyuna bir son mu vereceksin, bir kişiyi olsun kurtarabilecek misin, zulme sebep olan bu kirli hesapları, sistemi, uluslar arası aptal ilişkileri bozabilecek misin ki?"
diye sormadım heyecanla. "canın sağolsun anneanne" dedim sustum. çok yüklenmemek lazım. o bir anneanne. aklı dağdaki kekikte kalmış olsun varsın. bizimki kalmadı da n'oldu.

ne diyorduk, dergi kapağı için çekmiştik de sonradan pek sever oldum bu iki eli. ismi mi? hmm 'küs' koymuştum öyle kalsın.

11 Nisan 2013

Can Lekesi | Gökhan Özcan

Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Kendimizle konuşamadığımız her söz içimizde büyüyor, büyüyor ve habisleşiyor. Yıkılmamak için yaslandığımız her yalan, doymak bilmez bir kemirgene dönüşerek hayatımızı kemirmeye başlıyor. Aramaktan vazgeçtiğimiz her güzellik, içimizdeki uçsuz bucaksız çölü biraz daha büyütüyor. Farkedemediğimiz her yağmur, söndüremediğimiz bir yangına dönüşüyor. Edemediğimiz her dua, kalbimizin karanlığını biraz daha arttırıyor. Hakkını veremediğimiz her an, hesabımızı biraz daha ödenmez hale getiriyor. Kurtaramadığımız her çocuk, vicdanlarımıza çıkmayacak bir can lekesi olarak ekleniyor. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Saklayamadığımız her sır, eline düştüğümüz gevezelik hastalığını kronikleştiriyor. Kapıldığımız her boş heyecan, insanlığımızı biraz daha rölantiye alıyor. Fazladan her ışıltı, gözlerimizi ölesiye kamaştırıyor. Attığımız her yanlış adım, bizi doğrunun kapısından biraz daha uzaklaştırıyor. Kaçtığımız her gerçek, ne olduğunu bilemediğimiz bir ağırlık olup sırtımıza biniyor. Dik duramadıkça, eğilip bükülüyoruz. Dünyaya heves ettikçe, gözünü karartmış arzularımızın elinde oyuncak oluyoruz. Ürettiğimiz bütün mazeretler, şeytanî bir imlânın eseri... Kanırttığımız bütün kelimeler, kendimize ihanetimizin müşahhas delilleri... Üşüyoruz, çünkü içimizi ısıtacak bir şeyimiz kalmadı. Ceplerimiz dipsiz birer kara kuyu, yok sadra şifa bir tek hayal bozukluğu... Neredeydi gökyüzü unuttuk, kaybedilmiş hafızalarımızı remzediyor kederli uçurtmalar. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Çıplak gözlerimizle güneşe bakamıyorduk eskiden, şimdi utancından bakamıyor çıplak gövdelerimize güneş. Utancımızı değil sadece, onu bir kopuk düğme olarak düşürdüğümüz yeri de kaybettik bu berbat kargaşada. Bir elimiz yağda, bir elimiz balda, bir elimiz kirde, bir elimiz kanda, nefs kolları sayılamayacak kadar çok bir ahtapot şimdi. Sarhoşuz, bizi kandırsın diye içtiğimiz onca ışıltılı şeyden. Kandırıldık, insanlığımızın kandırılmayı en çok hakettiği yerden. Ne söylesek yetmiyor, büyüyen gövdelerimizin ayıplarını örtmeye. Ne giysek olmuyor üstümüze. Ne takıştırsak yakışmıyor, güzel durmuyor çirkinliğe rehin bıraktığımız suretlerimize. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Faili malum bir cinayet var ortada, mecburuz, pay edeceğiz suçu her birimize. Şimdi biz etmesek bile, göz uçlarımızda biriken seğirmeler itiraf edecek bir gün birikmiş bütün kabahatleri tek tek. Kim ne yaptı, kim ne yapmadı, kim sahipsiz bıraktı hakikati ortalık yerde? Aniden belirecek bütün yüzlerde bütün hikayeler. Sûra kaç kere üflenecek kimbilir, aşikâr ya da sadece bizim duyacağımız bir sesle damarlarımızın gizil dehlizlerinde. Vicdanlar, başka ne zaman yıkanıp yıkanıp iplere asıldı böyle pervasızca, buruşuk çamaşırlar gibi. Gözlerin başka gözlere bakacak, sözlerin başka sözleri duyacak cesareti kalmadı. İnsan, her gün, ama her gün, kendi yaptığı manşetler tarafından hunharca tartaklanan bir kum torbası artık. Yine de bilmeye yanaşmıyor bunu ve kendinden gösterişli bir heykel yontmaya çalışıyor ha bire. İpe sapa gelmeyecek şeylerden kayıklar yapıp yüzdürmeye çalışıyor lezzetten ve mânâdan kesilmiş, köseleye dönmüş dilinin üstünde. Oysa bütün bu debelenmelerin yolu hep aynı zavallı kayboluşa çıkıyor. İnsan, eski metruk bir konak gibi sessizce yanıyor. Ve kanıyor üstünü örtmeye çalıştığımız her şey. Kanıyor içten içe.