15 Aralık 2012

ne diyecektim deme, ne dedim de

kalemi kırıp yazmaya devam etmekle iyi bir şey yaptığımı düşünmüyorum. yazılı tarih bunlara hiç şahit olmamalıydı belki de. kalem kırılınca, ceza da kesilecek elbet. örneğin, sürçsede zaman zaman, atan bir kalp gibi varolduğumun delili sayılabilecek şeyler varolduğu sürece bundan kaçış olmayacak gibi gibi. siz yine de takılmayın, ben bir süre takılacağım buralarda.

paylaşmak, yazarak çizerek ve daha bir çok yolla insanla birlikte hep varolagelmiş bir kavram. fakat insan, bu devrin insanlarının paylaşma anlayışından bir miktar şüpheye düşüyor çoğu zaman; paylaşmak mı, teşhir mi? sanırım bir kavram kargaşası içerisindeyiz. masum görünen şeylerin aslında asıl manadaki masumiyeti öldürdüğünü izlemekte ve bizzat yaşamaktayız.
hiç facebook hesabı açmamış, face'in yüzündeki o 'feyz'den nasiplenememiş birini asosyal olarak niteleyebiliyor mesela artık insanlar. sanırım sosyal olma(ma), iletişim(sizlik), paylaşım gibi kavramlar konusunda da algı sorunu yaşıyoruz.
sosyal medyada aktiflik düzeyini yüzde bilmem kaç yüz artırarak, tanıdığı insanların nerde ne yaptığını ve hatta hangi ruh haleti içerisinde olduğunu takip edip, onaylayarak bir aktivitede bulunduğunu, hatta ve hatta uzun süre yüzyüze görüşmediği tüm bu insanlarla aslında çok iyi bir iletişim içerisinde olduğunu iddia eden insanlarla dolu etrafımız. bunlar olmadığı zaman bir kopukluk olduğunu, dargınlık mı var acabalara bürünen insanların da sayısı az değil. anlaşılan o ki birbirinden uzakta ya da yakında yaşayan, ve -nedense- yüzyüze görüş(e)meyen insanlar telefon gibi bir icadın varlığını unutmuş durumdalar, "bir sesini duyayım dedim"ler çok daha samimi geliyor bazen.
elbette ki yazarak anlaşmak, kendini bu tür bir yolla ifade etmek de tercih edilebilecek bir yol, bunda sorunlu bir durum yok tabii, amafakatlakin bunu üç beş resim altı yorumla, yazılmış bir cümlenin altına verilen basit bir tepkiyle ve tüm 'iletişimi' bunlarla ifadeye indirgeyerek işin sorunlu kısmına başvurulmuş oluyor.
şimdi devam etsem çok uzayacak bu mesele. en iyisi susayım gitsin.
neyse siz bunlara aldırmayın, takılın. bir gün dünyanın en sosyal-asosyal neslinden biriyle karşılıklı 'acı' bir kahve içerseniz belki en azından kırk yıllık hatırı olur. aman ha sakın bu kahve içimlik o kısa zamanı, hiç vakit kaybetmeden 'sosyal' medya ile 'paylaşın'ki, 'tüm dünya' bu tarihi ana tanıklık etsin.

şimdi hatırladım bu boş sayfayı fotoğraf yüklemek için açtığımı.. nasıl oldu da buralara geldim pek bir fikrim yok, hmm sanırım paylaşmak kavramıyla ilgili bir durum olmalı. ordan da kalemi kırmaktan deklanşörü kırmama geçecekken.. nasip. a evet deklanşörü de kırdım, fotrafıma döndüm. ablamın katkısı büyük tabii. dedim, sanki makinayı elime alırsam dünya yıkılacak, kötü şeyler olacakmış gibi, elim gitmiyor nedense. amaan dedi, yıkılırsa yıkılsın, al bakalım ne olacak merak ettim. iyi fikirdi, olan oluyordu, bir çok şey bireysel müdahalemiz dışındaydı. bu 'kaosa mütevazı bir katkı' da benden olsundu.
beklenen olmadı.. kaos; benim katkımı yeterli bulmamıştı, deklanşöre basmayacaksın pimi çekeceksin dedi, seninki dişimin kovuğuna bile gitmez, bugün git, nükleer ve emperyalist felaket senaryoları yaz yarın gel, dedi. peh de dedi.
iyi aman tamam sustum. bu da bir kötüye kullanım bildirimi oldu gibi gibi.


14 Aralık 2012

Naiflik Ülkesinden Notlar III


yine şiir nöbetlerindeyim farkındayım, yine bir naiflik ülkesi, yine bir Hüsrev Hatemi şiiri,   
 ve yine anneme ve Halep'e...

Hüsrev Hatemi | Aşık Garip Coğrafyası
(1)
seni çok az düşünmeye and içmeliyim;
düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,
güller açılmağa başlar ardarda.
ama versailles bahçelerinde değil,
hindibalı, ısırganlı yollarda…
seni düşünmek bir konser başlatır o anda,
ama öyle siyah papyonlu bir virtüöz değil,
kunduraları tozlu, bakışları dalgın,
kamburlaşmış kır saçlı bir tanbûri,
yakıcı nağmeler koşturur yüreğimde…
kola değil çay içmektir seni düşünmek,
sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;
yani aşık garip coğrafyası.
içimde senem’mişsin gibi bir his,
sen bundan habersiz, uzak kentlerde,
batılı bir hüzün yaşarken bile.
seni düşünmekten korkuyorum artık;
ölümlü olduğunu her akşam karanlık,
söyler bana ve buna tahammül zor…
benim ölümüm mûnisleşirken,
seninki kanlı zalim oluyor gözümde.
çok az düşünmeliyim seni çok az.
seni çok az düşünmeye and içmeliyim
(2)
kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın
ama benim sol yanımda sancı baki…
anne ne olur ki,
sıram gelmiş olsun varsın;
ben ölürsem benden genci var tabii
ama aşık garip değil hiçbiri.
ben de olamadım, yokmuş kısmette,
yaşadıkça şah senem’i hissettim
gerçi tebrize, tiflis’e hiç gitmedim
gitsem de bulamazdım, eminim.
anne yunus ne dediyse hep çıktı
şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.
zayıf kalsalar ne farkederdi…
nasılsa onlar galip gelecekti
bundan sonra aşık garip olunur mu ki
sen onu söyle anne.
(3)
şâm-ı garibanda değilsek de,
muhakkak çırağanda değiliz anne
lambalar söndü, çakmağı kim yakacak
bu uluyanlar çakal mı
ben, hırkasını giymiş bir derviş miyim?
yoksa öldüm mü anne…
hiçbir ilişkim kalmadı çevreyle;
yağmur beyhude yağıyor hani camdan,
bakacak arap kızları da nerde?
bir şahin uçurtma marifetim vardı
kaleden kaleye;
cılız kuşcağızlarmış onlar şahin değil,
ben uçurduğum için uçmazlarmış
başıboş uçarlarmış üstelik,
sırtımda hırka, ayağımda terlik…
niye ben ölmüş müyüm anne?
çıktım yücesine seyran eyledim
kayak merkezleri olmuş yüceler;
karlar üstünde kırmızı gagalı bir kara kuş,
dalgın ve bîhuş
bakıştık bir süre, ben kuşça
o, insanca
kerem’ler gurbetle işçiydiler
aslı’ları doğrusu aramadım
şah senem’i düşündüm sessizce
‘dost elinden dolu içmiş deliyim’
makine yağlı köpüklü sokak seliyim
ben sanayi oğluyum, sanayi sefiliyim
endüstriyi seversen değme yarama anne.
halep’e girmeden terkediyorum, halep şen olsun
anne ben nereye gitmeli oldum, bilmiyorum.
o kırılma sınırında ince,
o bir tane;
korunacaktı güya;
‘değmesin hop yağlı boya’
haykırışlarıyla kırıldı.
çok yıllar önceki doğu’da,
ölenler testici dükkanlarında
mey kasesi olurlardı, şimdiyse
çevreyolu geçecek günün birinde
narin kaburgaları üstünden
o korunması gereken bedenin
zalim zaman, onu korumayacak
niye ben ölmüş müyüm ki bunlar olacak?
hırka giyenler fırkasından mıyım?
saat kaç, hangi sene?
anne!

12 Aralık 2012

Naiflik Ülkesinden Notlar II

AbdurrahmanCahitZarifoğlu 
Bu seçkide, derlemede toparlamada neyse artık adı sanı -ki benim için naiflik ülkelerinden, çook öncelerden aklımda kalmış belki yalnızca bir mısradan anımsayıp da şehrime uğrayan notlar- neden bilmem, üstadımın küçük de olsa bir fotoğrafı olsun istedim.






Sultan | Cahit Zarifoğlu

Seçkin bir kimse değilim 


ismimin baş harfleri acz tutuyor 


Bağışlamanı dilerim 


Sana zorsa bırak yanayım 
Kolaysa esirgeme 

Hayat bir boş rüyaymış 
Geçen ibadetler özürlü 
Eski günahlar dipdiri 
Seçkin bir kimse değilim 
İsmimin baş harflerinde kimliğim 
Bağışlanmamı dilerim 

Sana zorsa bırak yanayım 
Kolaysa esirgeme 

Hayat boş geçti 
Geri kalan korkulu 
Her adımım dolu olsa 
İşe yaramaz katında 
Biliyorum 
Bağışlanmamı diliyorum




Başım Eğik Dilim Kapalı Gözler Kançanağı Anlamında 
Cahit Zarifoğlu


Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri
Kederli elini
Temiz alnına koyarken fikretmek için
Çocukların susması
Kuşların ve kedilerin uzaklaşması
Haritaların üzerine bezlerin atılması
Lambaların kısılması
Kadınların bir vakit konuşmadan
Yaşaması gerekebilir
Ve açılabilir görüntümüz Sahnemiz perdemiz:
Hergün bir miktar kros boksit asit
Ve arenamız
Dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanabilir

Eğer dualanmasaydı sesimiz
Eğer yaradandan o güzel ağız
Açık ve seçik
Dilemesiydi demeseydi
'Allah
Sesinizi
Mağrıptan Maşrıka Kadar Duyursun'
Düşünmezdim üzerinde
Binmezdim deli deli koşan küheylan

Bildim Sensin Sen Sen
Diri Diri Diri Şahım
Diri Şahım Diri Diri
Dirilt Alemi Alemi Alemi Alemi

Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır
Bunların üzerine ezan
Ucu sancılar vuran
Bir kırbaç olmalıydı
Her duyan
Bağrını açmalıydı akan kanı da sevdayı da yorumlamaya almalıydı
Hayır dokuzyüz
Milyon müslüman
Tarihin hülyalarından vazgeçmiş olabilir AMA BEN

Elim dizlerime Vur Kalk
Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk
Yumruklar dizlere vur vur
AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben

Korku gerek tenlere etim kalbur
Deşer bakışın kıyar da kıyar

Korku gerek reca gerek
Yanlış anlaşılmış olabilir
Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil

Yanlış anlaşılmış da olabilir
Aklım başımda mı! Değil

Ve sesimi duyuyorum
Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden
-Kulun korktuk şerrinden
Ağzımız yerlerde kaldı gerçek dilimizden akmadı
Kuldan korkarken gel zaman git zaman
Bir hayat ki haşa korkmadan yaradandan
Ama elbet ruhumun vazgeçilmez akışı baş çarptığım kayalıklar

Irmaklarımın altından akan ırmak
Sandal sefalarım Marmara toprakları
Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim

Dilediğim en güzel hayat
Çöplerin içinde rüya aradım
Düştümse eğer sana bakarken düştüm

Sen dinç zaman
İşte kuluçkan
Bereketle taşan yağ küpleri gibi
Parmaklardan akan çeşmeler gibi

İşte sinem kalabalık ve kendine zinde
Kullardan pervasız nesillerden biri

Aha Şeyhefendim Aha yüreğim
Göz kapanır akıl susar susar akıl
İstersen haydi haydi haydi
Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır

Çehrenden o azgın maskeyi dök
O evleri kedere boğ
Nasıl olsa her kucaklandığın dalgada
Bir gemi kadavrası gibi ikiyüz yıl parçalandın

Mahşerinde uyanacaksın
Ağzının

Korkuyorum o nedenle
Başım eğik
Dilim kapalı