25 Şubat 2013

kırk yama


kardeşim bunu, akıllı uslu olmayan, sıradan telefonuyla çekmişti. makinalar evde kış uykusuna yatmış gibi kimse onlara dokunmuyordu. bir ara fotoşopta sayfa açmayı bilen herkesin grafiker olduğu gibi, bu sıralar da herkesin (bu herkesi niteleyen sıfatların önemi yok) fotoğrafçı oluşuna Gandhi'msi bir tepki olabilirdi gayet tabii kış uykusundaki makinalarımız. neyse, o günü, oraya gittiğimizi, bunu çektiğini unuttuğumuz günlerden birinde telefonunda rastladık. sevdik, hatta çok sevdik. çözünürlüğü peş para etmez rakamlarıyla, yamalı piksellerinden içi görünen onulmaz yaralarıyla, yükseklerde yalnız ölgün ışığıyla, kervan geçmez durağıyla, ıslak caddesiyle, durgun bakışlı deniziyle sevdik.. 

yok yok bu blogda bir şey var, yine başka fotoğraf için açtımdı, kendimi 'yamalı yaralara övgü senfonisi'nde buldum bu defa da.. bir şehrin hikayesini anlatamaya başladığım seriden bir şeyler olacaktı burada ama.. neyse, boşver, hem demesem bunu nerdeen bileceksin değil mi ama sevgili şehrim. tarihin tozlu sayfaları var ya hani, onlarda bile olamayacağız biz senle zaten kara şehir, kodlara, rakamlara hapsolup kaybolup gideceğiz bir gün. tek tıkla! ne kadar ürkütücü. oysaki tek tıkla silinecek kadar zavallı sanal yaratıklara dönüşmemeliydi eşref-i mahlukat.

bir kitaptan alıntı sanırım, okumadım, sadece bir yerde rastladım bu kısma, haklı yanları var bu kelimelerin, az önceki söylenmelerimi destekler gibi, ama yine de eşyanın bile bir ruhu olduğunu hatırlamak.. neyse; "Beni anımsaman olanaksız. Resimli romanlara benzediğine emin olduğum rüyaların bile beni anımsamana yetmez. Çünkü kimsenin anımsamadığı ve dönmediği bir yerdeyim. Bu yüzden kendini yorma. Nasıl olsa bu satırları okudukça kimin yazdığını unutacaksın. Sen mi, ben mi ? Ne fark eder? Hiçbir şeyin fark etmediğini öğreneceksin. Sadece klavye harfleri. Hepsi o kadar. Ne el yazısı ne imza ne de bir kimlik. Suç işlemek için hiçbirine gerek yok. Yok olacak bir varlığın varlığı yeterli. Gerisi ağaç, apartman, sokak.''

19 Şubat 2013

Naiflik Ülkesinden Notlar IV


                "Demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum."

Sınavda Çıkmayacak Sorular | Güven Adıgüzel

Teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar
Çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını
Ortadoğu’yu ihtiyaç halinde seviyorlar, gökdelenleri her haliyle
Eve geç gelmeyi borsaya bağlıyorlar, geriye kalanları astrolojiye
‘Konuşan tartı’lardan korkmuyorlar bir de, 
-Ben bazen korkuyorum-

Artis diyorlar erken ölenlere bir akşamüstü her yer kalabalık
Her yer kalabalık, üzgünüz yeteri kadar ve Rimbaud mahkemelerde sanık
Sırayla ölüyor kumbarası kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller
İçinde Ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, bir şeyler kahrolsun!
-İşgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!-

Stratejik bir aşk yaşıyorum devlet görmesin, keşişleri hemen soboleyin
Bu saklambaç bizden uzak, kavimler göçü konumuz değil, seni seviyorum!
İdeolojiler söylüyorum dünya kurtarmak isteyenlere ve çok rüya görüyorum
İnsanı anlamakla meşgulüz, üstelik görünürde hiç ipucu da yok
Ben bazen korkuyorum, annem duruyor hemen kalbime
Beni hep yanlış öldürüyorlar anne diyesim geliyor
Sonra cihad geliyor aklıma, cihad’ı çok seviyorum
-Ama bunları coğrafi keşiflerle açıklayamam-

Çocuğu okula yazdırıyorlar, merkez sağ’ı ve dedikoduyu çok seviyorlar
Üniter yapı diyorlar, uluslararası toplum, en az iki yabancı dil
Minareler gölde ediyor, başka ihsan da istiyorlar
Akşam ezanında eve giriyoruz, üzgünüz yani gereği kadar
Demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum.

Yemeklerden sonra pişman oluyorlar, kravat takıyorlar, az seviyorlar
Aşık olamıyorlar, çok şişmanlıyorlar ve hiç gülmüyorlar
-Manavlar da şiire inansın diye kırmızıydı belki elmalar-
Elmalar deyince aklıma annem geliyor ve taksitli sancılar
Bir yanağın elma oluşunu,
Devrik cümlelerle düşünüyorum…

-Sigortalı bir işe girmeden aşık olunmuyor-

Güven Adıgüzel