28 Ocak 2012

-gidelim mi artık
-bilmem
-kalalım o zaman
-olur
-portakal?
-yerim
-eyvah! uysallaştın yine, uykun gelmiş senin. saçmalamaya başlarsın şimdi. ne geldiyse başına uykusuzken geldi deli şey.. çay?
-yok içmiyim daha. midem üst demlik gibi oldu, katrankara. çamaşır suyu mu iyi temizliyodu onu?
-yok bi de içseydin Allah'ın delisi, portakallı çay.. midene değil de beynine lazım senin o çamaşır suyu, tööbe töbe.
-o kabuklar öyle atılmaz böyle atılır. al! hem ne biliyosun belki portakallı çayı ilk bulan kişi olacağımı falan sanıyorumdur. çamaşır deterjanı kaynatınca da oluyodu dimi, üst demlik?
-format at format, en iyisi o. toptan temizlik.
-beynimdeki virüsleri seviyorum ben, sensin format.
-hadi git mışıl mışıl uyu, kuş gibi olursun sabaha.
-ı ııhh. mor gözümü de seviyorum ben, sen git uyu. hem denedim ben uyumadan da yaşanıyo ama kuş olacaksam yüzyıllarca uyuyabilirim. olur muyum ki dersin?
-bilmem. hadi entelcilik oynayalım.
-hadi. ben başlıyorum:
yüzyıllarca uyumaktı tek isteği. uyudu. üşüyordu.uyandığında mezar taşında "ölüm sebebi: sıkıntı" yazılıydı, uzun süren rüyadan uyandığında ölü bir kuştu artık. yorgundu, her masaldan kahraman çıkmıyordu bazen insan. kanatlarını yanlış zamanda ve mekanda açtığından kır(ıl)mışlardı. her şeye geç kalmıştı belki de. keşke hiç huzurunu kaçırmamış olaydı tanıdığı en güzel insanların. kırıp üzdüğü o güzelim insanların parçaları ta içine batıyordu. acı, tanıdıktı. o halde çoktan susmuş olmalıydı. ama daha küçüktü ya, anlamazdı.
-ve gölgesi yoktu, bir ölünün gölgesi olmazdı elbette, üstüne bir kürek daha toprak attılar, üşümesi geçmişti. toprak; sıcacıktı. herşeyin, evrenin bir düzeni vardı, bozmaya kalkıştı ve sonunda ölü bir toprakla lanetlendi. hiç bilinmemeliydi. -oldu mu?
-oldu oldu. gölge, acı, ölü, kuş, toprak gibi kelimeleri de bolca kullandık. artık yeterince enteliz dimi?
-git başımdan
-peki.
-delirdi yine al.
-benim de bir adım var, soldan sağa beş harf: bir tür manyak.
-özledin çok
-uykum çok

16 Ocak 2012

memories | "yalnızca ara verildi"



bunları yayınlamak için bir şeylerin yıldönümünün gelmesini fırsat kollayacak değilim.
silinebilir mi ki, unutulabilir mi ki. hem farklı mı ki şimdi dünya bundan? şu an başlayıp geçireceğimiz 10 dakika, bundan farklı mı olacak ki ? (bu bir soru işareti değildir)
---
Dijeca meydanı, sergi var, fotoğraf sergisi, Srebrenica'dan kurtulabilmiş bir kaç kişiyle yapılmış kısa röportajlar ve fotoğrafları o kişilerin. okuyorum. kanım o günden beri akmıyor sanırım. yok olma isteğim ayyuka çıkıyor, insan mıyım; şüpheli.
"nasıl da inandınız, savaştan önce, barış zamanındayken, üç ırkın da dost olduğuna, nasıl da kandırdık sizi, nasıl da inandınız samimi olduğumuza.."
yaşıyor muyum?' hissetmiyorum' cevabı geliyor beynimden. 

---
 kaç kişiye sorduğumu anımsayamadığım,  kahrolası ilk sorunun sahibi olduğum şu diyalog:
-peki ya savaş, savaş bitti mi sizce?
-hayır, bitmedi; yalnızca ara verildi.

10 Ocak 2012

gökten üç yumurta düşmüş..

asfaltın orta yerinde ortadan ikiye kırılmış bembeyaz ve henüz ezilmemis bir yumurta kabuğu..

Eve en son giren aile ferdi olaraktan bütün günden artan unutulmuş ve pis işler bana kalıyor. Bakkaldan kıvırcık salata almak gibi.. eski türk filmi replik yazarlarlarindan olsaydım tam da burda şunu eklerdim; tanrımm neden ben! nedeeğn. bereket ki değilim (bunu da sırf şu bereket ki kalıbını kullanmak için yazdım desem inanası gelebilir insanin.) evin kücüğü müçüğü de değilim ama hadi neyse deyip ani bir patinajla soldaki sokaktayım. bol çetrefil bol viraj diyesim geldi bi an, hıı yeni türküden. küçükken telli turnayı pek sever dinlermişim. ne diyorduk, he bakkal manav yada manavbakkal. o kızlar varya o dükkanda büyüdü, salmış artık kızcağaz, müşterinin yokluğunu fırsat bilip yüksek sesle ders çalışıyodu. ama kesin matematikte zihinden problemler artık elinin kiri bile olamaz. hatta zihinden problemler kitabını baştan yazar.

neyse, "bakkal" ve "kıvırcık" kelimelerini aynı cümlenin ögeleri olarak kullandım, çünkü yıllardır bir karara varamadım bu bakkalımsı manavvari şeyin tam olarak ne olduğuna. o; ihtiyacınız olan hersey olabilir her an. emlakçı! kırtasiye! şarküteri! zerzavatçı! ve bugün tamda vaktinde ailemizin manavı! abartmıyorum, her gün kapının önüne kurduğu tezgahları birleştirsek en az üç pazar tezgahı olur, en az diyorum. seyyar satıcı değil ya zabıtayı gördümü kacacak, e zabıtanın cebi demek bir şekilde dolacak.

sola dönüp bir kaç metre yürüdüm yürümedim, asfaltın orta yerinde, sanki icinden henüz civciv çıkmışta oylece bırakılmış gibi duran, asfaltla yüzde yüz bir kontrasta sahip yumurta kabuğu ile karşı karşıyayım..tamam zırdelinin teki olabilirim ama henüz halisülasyon görmeye başlamadımdı. yani sıcaklığın şiddetinden dem vururlarken asfalta yumurta kırsan pişer derlerdi de, malum.. mesela birisi yumurta kırsa tavaya ve camdan fırlatsa bu kadar mükemmel bir bölünme elde edilebilir mi ki, bir kaç parçaya daha ayrılmış olurdu tabi. arkadan sinsice gelip bi de utanmadan kornaya basan arabanın (hı hı araba basıyor kornaya) sesiyle irkiliyorum.

gökten üç elma düşecek sandın dimi biri de senin
kafana, kesin.. al, yumurta neyine yetmiyo!

gözün aydın sindirella; bir günü daha balkabağına döndürdük; 2:25 diyor bu şey.
bir kaç yüzyıl uyusam olur mu? ayakkabı mı? unut gitsin..

2 Ocak 2012

gökhan özcan'ı bilen bilir, afili filintalardan önce bilenler daha iyi bilir.


Günler anları silerken

Anlatacak pek bir şeyimiz yok; ama garip şey, konuşacak çok şeyimiz var, hem de çok! Hiç durmadan konuşuyor, tartışıyoruz. Bir meseleyi halletmek, bir anlaşmazlığı anlaşmaya bağlamak derdinde değiliz. Biz böyle çatışık, karışık, yapışık seviyoruz her şeyi... Çözmeyi değil düğümlemeyi... Aslında biraz da kaçınılmaz bu kargaşa. Çünkü hepimiz bilirkişi, hepimiz bilge, hepimiz duyarlı, hepimiz üstün, hepimiz etik manyağıyız! Yeri gelince acayip çıkıntıyız, yeri gelince süt dökmüş kedi... Ne olmamız gerekiyorsa icabında oyuz en kıyağından. En idealist, en hayalperest, en maceracı, en delikanlı, en hürriyet kahramanı, en postal solucanı... Paramız yok, borsada yaprak kıpırdasa tüylerimiz ayağa fırlar. Tek kuruş koymayız kıyıya, ağlarız döviz tavan yaptı diye. İkinci el otomobilin, lebiderya dairenin, ganyanda garantili tiyonun, türlü çeşitli ihalenin, tıkalı yolun, kapalı havanın, seğiren gözün haberi bizde, para başkasında bir tek! Yani bildiğimiz hayat başkasının hayatı, bilmediğimiz hayat bizim! Aşklarımız ya ekranda binbir gece, ya bedava kontörle yazılmış kısa mesaj... Duygularımız tişört üstlerinde sıvaşık birkaç slogan... Okuduğumuz dört satır varsa, üç buçuğu dedikodu... Aydın geçinenimiz tank kenarında simit tezgâhı peşinde. Cahil geçinenimiz, sorsan Aynştayn'ın bölge bayii. Herkes hukuku kendine istiyor, adaletin hatırını soran yok. Zengini altına cip çekerken müreffeh, çalışanını kapıya koyarken krizde... Fakirinin ayranı yok içmeye, cebinde fotoğraf çeken, bir tıkla dünyaya bağlanan, iç çeken, slogan atan, halı yıkayan milyarlık cep zımbırtısı... Çocuklar sınavdan kursa, kurstan okula sersemlemiş yarış atı, anne babalar gözü dönmüş kariyer zaptiyesi... Kültür desen sektör, sanat desen piyasa, edebiyat desen üfürükten fiyaka... Spor desen kavga gürültü, sporcu desen epeyce kirlenmiş görüntü... Gençler gençliklerini bozdurup harcıyor, yaşlılar sığıntı gibi kenar köşede. Çalışan mesai adında bir uyuşturucuya müptela, çalışmayan ekonominin başına bela... Diyorlar ki piyasalar fena halde krizde, iyi ama ne geziyor bunca para silkelenmiş kerizde? Aslı şu, şirketler kendi aralarında top gezdiriyor, vatandaş yedekten girer miyim diye kulübede karizmayı çizdiriyor. Durumu çok parlak değil sokaktaki adamın, ama yine de gözyaşları televizyondaki dramanın. Biz gülmeyi seviyoruz daha ziyade ağlanacak halimize, böyleyken böyle kim acısın halimize!

Uzatmayalım, kafiyelere de kapılmayalım. Çünkü günler günleri kovalıyor, yıllar yılları... Bizim hikâyemizin hikayesizliği gittikçe katmerleniyor. Üstelik kahramanlarının da görünüşe göre bir şikayeti yok. Hayat koskoca bir outlet center, giriyoruz, çıkıyoruz, kapışıyoruz ne kadar ucuzluk varsa. Konuşuyoruz, tartışıyoruz, ardı ardına ekleyip kulağımıza küpe yapıyoruz ne kadar ucuzluk varsa. En çok okunan, en çok dinlenen, en çok sevilen, en çok kapışılan, en çok beğenilen kim? Ne kadar ucuzluk varsa!

Hayat içini bir mana ile doldurabildiğimiz anlardan ibaretmiş, kime ne? En yaldızlı yalanlara bulanarak tutuşturuluyor elimize dünyanın kiri... Ha ha ha! Hi hi hi! Kakara! Kikiri!

Gökhan Özcan
21.04.2009