26 Aralık 2013

Halk Günü | Wendy Tsao

Uzun zamandır halk günü yapmıyordum. Bu sıralar rastladığım en güzel şeylerden biri.
En beğendiklerimden bir kaçı bunlar, site de bu http://www.childsown.com/











25 Kasım 2013

Uykuya Çekilen | Ali Ayçil

                                                                             -İçine çekilen'e-



Kurumuş bir ağaç gövdesini andırıyor; bitkinlikle akan bir ırmağı. Günün bütün saatlerini kendi içine çekilerek geçirdiğini biliyoruz. Belki bir ormana benziyor içi, belki bir kır yamacına, belki bir şehrin arka sokağına. İçine çekiliyor ve orada bize hiç göstermediği karmaşayı, ayıklanması güç bir top ip çilesini tekrar be tekrar elden geçiriyor. Onun çilesi bu: Tarihten ve zamandan kopmuş, vitrinlerin renklerinden kopmuş, geçilen köprülerden, hiç geçilmeyen heveslerden kopmuş. Sonsuza kadar kendi çaldığı bir flüte dalmış bir çocuğa benziyor; bizim duymadığımız bir şarkıyı durmadan üfleyip duruyor dudaklarından. Akşama doğru yola koyuluyor, ağırlığını dergahta bırakan bir derviş gibi öyle hafif yürüyor sokakta. O yürürken dolmuşlar dolup boşalıyor, bir kepenk iniyor gürültüyle, bir kız annesine çiçek alıyor, bir adam denize bakıyor: Ama kimse görmüyor onu, kimse görmeyecek, hep aynı belirsiz balçığı, karanlığa devirip eve varacak...

Dilini suskunluk orucuna mahkum etmiş sanki; tek bir kelime çıkmıyor ağzından, dudaklarına en küçük bir gülümseme yayılmıyor. Evde, eşyalara zarar vermekten korkan bir zavallı gibi oturuyor, bir misafir kadar tedirgin davranıyor bir odadan diğerine geçerken. Gözlerini kısıyor ve ince bir çizgiye dönüşüyor gözleri: Akşam haberlerinden salona akan dünyayı, uzak, yabancı bir gezegeni seyreder gibi seyrediyor: Sanki bu dünyada büyümemiş, sanki bu dünyada hiç nefes almamış, sanki taşıdığı bedenin dışına çıkıp bir kere bile dünyayla tanışmamış. Ne parçalanmış cesetler, ne borsa grafikleri, ne oğlunu bulan kadının ona sarılırken titreyen elleri; hiçbiri ama hiçbiri soluğunun terazisini bozmuyor. Yemekte uzun uzun çatala ve kaşığa bakıyor, kaşığı çorbanın içinde gezdiriyor bir süre, bir kaç lokma alıyor. Ardından kısık gözlerini, lal olmuş dilini, tedirginliğini, savrukluğunu toplayıp odasına çekiliyor. Artık kimse sormuyor; onun niçin bu kadar erken insan içinden çekildiğini, kimse onun kalkıp odasına çekildiğini bile fark etmiyor.

(...)

Kimbilir, belki günlerce, belki aylarca, tuttuğu yasın nöbetini tutmaya devam edecek. Ama bir sabah bu kendine çekilme orucu da bitecek! İlkin sevdiği bir kaç sözcük gelecek dilini ziyarete, çorbanın tuzsuz olduğun fark edecek, kitaba kaldığı yerden tekrar başlayacak, resimdeki kızıl ufku görmeyecek bile. Zaman, o merhametli anne, ince matkaplarıyla içindeki taşlaşmış tortuyu kırıp parçalayacak bir gün. Bir gün, kendi bile korkacak kendi çekildiği içinde...

Ali Ayçil, Kovulmuşların Evi, sf:87

24 Kasım 2013

özet

"taşınacak su" gözün yaşı, "kırılacak odun" nefsin imiş meğer.

11 Kasım 2013

Lebaleb Reçeli

bloggerlığın artık nostalji olmaya başladığı şu zamanlarda da olsa bir bakın http://perde-i-hunin.blogspot.com/
görseller o biçim..

yoz olmak

korkunun cesaretle ilgisi olmadığında
kağıttan da olsa yanan gemileri olacak insanın

26 Ekim 2013

f/çizik tedavi

böyle deli gibi uykusuzken gelen deli gibi yazma isteği var ya.. bu arka arkaya gelen postları da sakat ayağıma "borçluyuz" ya.. kürkçü dükkanım, nereye gitsem yine dönerim ben buraya. konu mu? tabi ki yok ama mesela üç aydır tedavilere cevap vermemekte ısrar etmeyen bir ayağınız varsa ona iyi bakın. ve ayağınızı sizden daha inatçı yetiştirmeyin. tıp dünyası kilit. kapı üstüme kilit. tıp çözemezse sorun tıpta değil, sende!? ne! duyamadım!? hıı tamam saçmalayıp herşeyi batırmak lazım doğru, batmayan bir şey kaldıysa onları da batıralım tabii. doktorların kafalarını suya batıralım mesela. yollar bozuksa ayak napsın, belediye de mesela yerin dibine batsın! size de rahat batsın hadi acıdım.

Süleymaniye'de hastaneye gidiyorum, güvenlik herkesi çeviriyor bir beni çevirmiyor. Semt beni özümsemiş resmen. civarda nereye gitsem durum aynı. İkincisi, görünmüyor olma ihtimali. ikincisini tercih ederim derdim ama onu zaten yapabiliyorum yeni bişey değil. o mekanda istisnasız öğrenci sanılmak ayrı konu. merhaba insan, "seni anlamak için hala ortada bir ipucu yok." (noktadan sonra büyük yazılmış kısımları da ben yazdım, yabancı değil, yoo değişmedim, inzivadandır belki) uzun da yazmadım ama siz yine de okumaya üşenin, tam bozuk plaktan cızırtılara layık oldu. buraya kadar benle birlikte saçmalayan zaten kalmamıştır.
şayet kaldıysa;
şimdi mümkünse herkes sağlam olan sol ayağını biraz oynatsın, evet aynen öyle, şimdi yukarı ve aşağıya.
ve şimdi dışarı çıkıp yürüyün uzun mesafe, ben otobüsle arkanızdan gelirim tamam (buraya ağlayan smiley gelecek)

22 Ekim 2013

cılız ve paslı sokak lambamla birlikte tekrar yayındayız.

13 Ekim 2013

buraya bir sokak lambası lazım, geç de olsa farkettim. karanlıkta kalıyorsunuz şehrimin sokaklarında yürürken. ayak seslerinizin ritminden belli bu, tökezliyorsunuz. temkinli basıyorsunuz kimi, ritmik değil tak taklarınız, taka tuk tuk taka oluyor bazı. düştüğünüz bile oldu belki kimbilir, hiç de söylemiyorsunuz.

6 Ekim 2013

ve demeliyim ki;

her zaman kaldığın yerden devam edemezsin, bazen kaldığın yerde kalırsın.

2 Ekim 2013

oh dear comma,

"yaşamak deriz -oh, dear- ne kadar tekdüze / katliamlar ne kötü be birader"

ve haberler biter, 


[kurallar manzumesinde cümle sonunda varolması yasaklanan ve hata addedilen virgül; aslen kendi içinde devamlılık arz eden ve asla bitmeyecek bir cümle sonunda daha etkin rol oynamak suretiyle atmosferdeki yerini alarak bir kez daha isyanlardaki rolunü başarıyla beyaz sayfaya aktardı.]

24 Eylül 2013

Naiflik Ülkesinden Notlar VI

Tüfenk
Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu

o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki

ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi

düşler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.

(1962)
 
İsmet Özel

14 Eylül 2013

zarfı kapalı açık mektup

cambazız biz. elimizde sırıkla ipin üstünde durmak değil aslolan, dengede durmak. ağır basmayacak zihinde bir yan; bedende değil. işin sırrı bu. şeytana sökmez cambazlığımız, sen ona pabucunu ters giydirdiğini sanırsın, o senin pabucunu dama atar yalınayak kalırsın. senin dert bilip elinin tersiyle ittiklerini sağ tarafından getirir, ipe yan basar asılı kalırsın. bir aşırıdan kurtulup diğer aşırıdan aşırmak ipi kayganlaştırır. itidal ipten korur. fanatizm fantaziye dönüştürür doğru bildiğini, aşırırsan aşırıdan. seyirciler hep alkışlar. mizahın aslı kara olandır ve cambazın hali elinde sırığıyla tam bir kara mizahtır..
uçlar diyorum burçlar değil anla. karakter midir uçlarda oynamak, tercih mi. sağdan sağdan yaklaşıyor, bir sollasan anlayacaksın; cambazın, aklı dengede gerek, ayakları değil. 
cambazız biz kaygan ayağıyla. eskiyi teşbihle geçmiş onanmaz, ipin ucunu kaçırdın mı ipin üstünden değil altından görürsün dünyayı. alternatifi olmayacak şeylerden alternatif kültür devşirmek; aklını başına devşirmek bu olmamalı.. sev ama sevmenin fanatizmi tuzak, aslından uzak. aklının bir kenarı ağır basar, kalbinle birlikte sırık da elinden kayar. benden geçti, göreceğimi gördüm, ne kaldı gençler dedin miydi ihtimallerin sınırlılığına inandın gitti. ip kopar denge bozulur. 
hüznü bakidir bilenin, hafife alınmaz, tartmaya kalksan hüznü, cambazı ipten devirir. yüksek bir mantık abidesi ile kabarık bir geçmişin arasına gerdiğin ipten dünyaya bakılmaz. aşk ile bir kez daha: uçlarda oynama. olmadığın gibi oldurma; yalnızca "Doğru yolda ol, orta yolu tut"

21 Ağustos 2013

ARAB'IN EŞEĞİ / Mohamed Abbas Orabi

Adamın birisinin tarlasına bir eşek girer 

Sürüp ekip sulamak için ter döktüğü tarladaki ekinleri yemeye başlar 

Şimdi bu eşeği nasıl çıkarsın adam? 

Cevap vermesi zor bir soru!!! 

Adam hemen hızla eve gider 

Alet edevatlarını getirir 

İşin beklemeye tahammülü yok! 

Uzun bir sopa ,bir çekiç,bir miktar çivi ve bir de büyükçe bir tabaka 
mukavva getirir 

Mukavvanın üzerine şöyle yazar: 

"Ey eşek tarlamdam çık!" 

Sonra mukavvayı uzun sopaya çakar 

Çivi ve çekiçle 

Tarladaki ekinleri yemekte olan eşeğin yanına varır 

Elindeki pankartı kaldırır 

ve sabahın köründen itibaren elinde pankartla dikilir 

Tâ güneş batıncaya kadar 
 
Fakat eşek çıkmaz! 

Adam şaşkındır 

"Belki de eşek pankartta ne yazıldığını anlamamıştır?" 

Eve döner ve yatar uyur 

Ertesi sabah 

Çok sayıda pankart hazırlar 

Çocuklarını ve komşularını da çağırır 

Köy halkını galeyena getirir 

"Yani bir zirve toplar" 

İnsanları kuyruklar halinde dizer 

Ellerinde pankartlar: 

"Ey eşek tarladan çık!" 

"Eşeğe ölüm!" 
 
"Yazıklar olsun sana ey eşek tarla sahibinden ne istiyorsun?" Eşeğin 
ekinleri yemekte olduğu tarlanın etrafını çevirirler 

Başlarlar slogan atmaya: 

"Çık ey eşek, çıkmazsan fena olur!" 

Eşek eşek ! 

Yemeğe devam eder ve etrafında olup bitenlere dönüp bakmaz bile 

Ertesi gün de güneş batar 

İnsanlar bağırmaktan,slogan atmaktan yorulmuş ve sesleri kısılmıştır 

Bakarlar ki eşek kendilerine aldırmıyor, dönerler evlerine 

Başka bir çözüm bulmak lazım! 

Üçüncü günü sabahı 

Adam evinde başka birşey yapmağa girişir 

Eşeği çıkarmak için yeni bir plan 

Çünkü ekinler ha bitti ha bitecek 

Adam yeni icadını getirir 

Eşeğin kuklası 

Gerçek eşeğe çok benziyor 

Eşeğin tarlada ekinleri yediği yere gelince 
 
Eşeğin gözleri önünde 

Eşeğe çıkması için bağırıp duran kalabalık köylülerin önünde 

Maket üzerine benzin döker 

ve ateşe verir 

Kalabalıklar tekbir getirir 

Eşek de ateşin olduğu yere bakar 

sonra da umursamaksızın tarlada otlamaya devam eder 

Amma da inatçı eşekmiş yahu! 

Laftan anlamıyor 

Bu sefer eşekle görüşmek için heyet gönderirler 

Derler ki: Tarla sahibi kendisinin tarlasından çıkmanı istiyor 

Haklı olan o ! 

Sana düşen çıkıp gitmek 

Eşek hala onlara bakar 

Sonra otlamaya devam eder 

Hiç onlara aldırmaz 

Başarısız birkaç girişimden sonra 

Adam başka bir aracı gönderir 

Aracı eşeğe der ki: 
 
Tarla sahibi hazır 

Tarlanın bir kısmından vazgeçmeye 

Eşek yemeye devam eder,dönüp bakmaz bile 

Üçte birini sana vermeye razı! 

Eşek yine cevap vermez 

"Yarısını verecek!" 

Eşekte yine cevap yok 

Peki peki! 

İstediğin kadar alanı sen belirle,ama belirlediğin alanın dışına çıkma 

Eşek başını kaldırır 

Artık yiye yiye iyice doymuştur 

Tarlanın kenarına doğru biraz ilerler 
 
Kalabalığa bakar ve düşünür 

İnsanlar sevinirler 

Nihayet eşek anlaşmaya yanaştı 

Tarla sahibi tahtaları getirir 

Tarlayı iikiye böler ve ??????? 

Eşeğin olduğu hisseyi ona bırakır 

Ertesi sabah 

Tarla sahibini bir sürpriz beklemektedir 

Eşek kendi hissesini bırakmış 

Tarla sahibinin hissesine dalmış 

otlamaya burada devam ediyor 

Kardeşimiz tekrar pankartlara müracaat eder 

ve mitinglere 

Anlaşılan faydası yok 

Bu eşek laftan anlamıyor 

Galiba bu , bu yörenin eşeği değil 

Herhalde başka bir köyden gelme 

Adam artık tarlanın tamamını eşeğe bırakmayı 

ve başka bir köye gidip yeni bir tarla edinmeyi düşünmeye başlar 

Orada hazır bulunanların ve büyük kalabalığın gözleri önünde 

Köydeki son insanın bile hazır olduğu bu kalabalık huzurunda 

Bu ümitsizce çabalara 

işgalci, inatçı, mütekebbir, saldırgan ve zarar kaynağı eşeği çıkarmak 
için sergilenen bu çabalara katkıda bulunmak için 

küçük bir oğlan çocuğu da gelmişti 

Çocuk kalabalıkları yararak 

tarlaya girdi 

eşeğin yanına vardı 

küçük bir sopa ile eşeğin kıçına vurdu 

O da ne: Eşek dört nala tarlayı terkediyor!!! 

" Hay Allah!" diye bağırır herkes 

"Bu ufaklık hepimizi rezil etti" 

Hepimizi komşu köyler nezdindede maskara edecek 

Hemen oğlan çocuğunu oracıkta öldürürler , eşeği de tekrar tarlaya 
sokarlar ve çocuğun "şehit olduğu" haberini etrafa yayarlar 

Mohamed Abbas Orabi 
Director of General Secretary Office 
Arab Medical Union 
Çeviren: Prof. Hayri Kırbaşoğlu

12 Ağustos 2013

İnsan degisir, donusur, usur, dusunur tasinir, baskalariyladir ve baskalasir da 'baskasi' olmaz. insan donuserek ulasir, farkederek bagislanir, hisseerek anlar, kalbiyle dusunur, ruhuyla gorur. kelimeleri hep sag kalir. neye donusurse donussun insan insani kelimelerinden tanir.

8 Ağustos 2013

çifte bayram

"şehre ne zaman insem
tırtıklı keskin
bir konserve kutusu
bağlıyorlar ucuna
tangır tungur hırkamın"

2 Ağustos 2013

uridu ebi!

yıllar önce kulaklarımda çınlayan sesine bugün tekrar rastladım. 
1:50' den sonra yine tekrar tekrar titredim. 
abd aracılığyla barış süreci mi olurmuş! serbest kalmalarına karşılık kimbilir ne pazarlık yaptılar.


30 Temmuz 2013

"demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum"

26 Temmuz 2013

Naiflik Ülkesinden Notlar-V













Münzevi
şehre ne zaman insem
bir pet şişeyi daha
hazinesine katıyor
aynı kadın aynı kadın
sanki inci bir kolye
diziyor gerdanına
hayatı mahzun bir yaprak
köşesinde bir kıvrım
şehre ne zaman insem
bir başıma yarım
çamur yüzlü bir çocuk
peşimde
adım adım
şehre ne zaman insem
tırtıklı keskin
bir konserve kutusu
bağlıyorlar ucuna
tangır tungur hırkamın
şehre ne zaman insem.
ne zaman benden bir dağ
çiğdemini gizlese.
Fatma Şengil Süzer

20 Temmuz 2013

hangi demokrasi, kimin lanet demokraSİSİ!

Bir keresinde İngiltere görüşme talep ederek Hasan el-Benna'yla buluştu. Yapmacık birkaç saygı ifadesinden sonra sadede gelen sömürge temsilcisi Benna'ya:
-"Radyodan demokrasinin açıklaması ve övülmesi karşılığında sizin çalışmalarınıza 5.000 cüneyh bağışta bulunmayı teklif ediyorum."

İnsanların yaşamını bir kaç cüneyhle geçindirmek zorunda oldukları ve üstelik cemaatin maddi ihtiyaçlarının oldukça acil olduğu o dönemin Mısırı'nda azımsanmayacak bir rakam teklif edilmişti.
Benna soğukkanlı bir şekilde cevapladı:
-"Kabul. Demokrasi dediğiniz şeyi açıklayacağım ama kendi düşünce ve anlayışımla."
-"Olmaz, bizim istediğimiz şekilde yapacaksın."
-"Beyler siz yanlış kapıyı çalmışsınız ve beni tanımada büyük bir yanılgıya düşmüşsünüz. Görüşme bitmiştir, hoşçakalın!"

Hasan el-Benna/Ahmet Emin Dağ, İlke Yayıncılık, Sf:106  

30 Mayıs 2013

4,5 milyar yillik durum iletisi:

"Bırak onları yesinler, dünya nimetlerinden yararlansınlar ve ihtirasları ile oyalansınlar, ilerde gerçeği öğreneceklerdir. "
"Yok ettiğimiz her beldenin mutlaka uğradığı akıbete ilişkin belirli bir yazısı vardır."
"Hiçbir millet ne yokoluş gününü öne alabilir ve ne de yaşama süresini aşabilir."

[Hicr, 3-5]

20 Nisan 2013

fren yapma kurslarına kayıtlarımız başlamıştır

bir otobüs dolusu insan ön camdan fırlamadan ya da koltuklar yerinden sökülüp yolcular uçuşa geçmeden önce otobüs şöförlerine ehliyete ek olarak 'fren yapma kursları' verilmesi şart!
ülkemizdeki cinayet işleme oranı neden bu kadar yüksek sanıyorsunuz!

ders içerikleri şu şekilde sıralanabilir:
1-kullandığınız aracın bir otobüs olduğunu unutup jip gibi kullanmamak. 

2-yüzlerce kez durduğunuz duraklara aptal değilseniz en azından bir aşinalığınız vardır. arazide sürüyormuş hissinden uyanıp, durağı farkerdip yavaşlayarak durmak.

3-virajlardan sonra koridor taraftaki yolcuları koridora dökmeden, cam tarftakileri de cama yapıştırıp izini çıkartmadan durabilmek.

4-yolcu (sanırım en büyük düşmanınız) tam otobüse adım atıp içeri girerken frene ani bir şekilde basmamak. 

5-kırmızı ışık: perşembenin gelişi çarşmabadan bellidir, kırmızı ışık dediğimiz şey şak diye yanmıyor.
aradaki sarı ışığı görebilmek için yapılacak şeyler listesine sahip olmak. 

6-işinize duygularınızı karıştırmayın: asabınızın bozuk olduğu günlerde hırsınızı fren pedalından, kornadan ve size (maalesef) muhtaç olan zavallı yolculardan çıkarmamak. 

("arkalara doğru ilerleyelim mi?" ve "müneccim değilsek tüm duraklarda kapıları açmalıyız" kurslarımızın tarihi daha sonra açıklanacaktır. )

16 Nisan 2013

nunlar




kendi kendime, kendimle, konuşmayı seven türden bir deliydim yakın geçmişte. dere tepe gide gele sesimin bana bile yetişmediği zamanlara geldim. kendisiyle barışık olmanın tam karşılığı olmayan bir küslük var aramızda kendimle. hani istemediğin bir şey yapar da biri, küsersin ya, öyle işte bildin mi? (öyle bir beklentim yok tabi. laf olsun diye sordum.)

bunlar mı? bizim özlemin elleri nunlar, *bunlar demek istedim. nunlar da olabilir aslında bak, elifler, dallar, vavlar, mimler. silmektense yazmak daha kolay geldi bir an.
elif duruş, dal selam, vav gülüş, mim de mimikler olsun.
bunlar önemliymiş, öyle diyorlar. bakış kaldı bi onu da siz tamamlarsınız artık.
yok yok tasavvuftan devşirme edebiyat parçalayacak kadar sapıtmadım.
ciddi şeyler yazacak halim de yok.
-"dizlerimin ağrısı olmasaaa neler yapardım, dağları devirirdim dağları" diyordu geçen anneannem. ne yapacaktı acaba?
-"stratejik pis oyunları mı bozacaksın anneanne, dengeleri, düzeni değiştirip bu oyuna bir son mu vereceksin, bir kişiyi olsun kurtarabilecek misin, zulme sebep olan bu kirli hesapları, sistemi, uluslar arası aptal ilişkileri bozabilecek misin ki?"
diye sormadım heyecanla. "canın sağolsun anneanne" dedim sustum. çok yüklenmemek lazım. o bir anneanne. aklı dağdaki kekikte kalmış olsun varsın. bizimki kalmadı da n'oldu.

ne diyorduk, dergi kapağı için çekmiştik de sonradan pek sever oldum bu iki eli. ismi mi? hmm 'küs' koymuştum öyle kalsın.

11 Nisan 2013

Can Lekesi | Gökhan Özcan

Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Kendimizle konuşamadığımız her söz içimizde büyüyor, büyüyor ve habisleşiyor. Yıkılmamak için yaslandığımız her yalan, doymak bilmez bir kemirgene dönüşerek hayatımızı kemirmeye başlıyor. Aramaktan vazgeçtiğimiz her güzellik, içimizdeki uçsuz bucaksız çölü biraz daha büyütüyor. Farkedemediğimiz her yağmur, söndüremediğimiz bir yangına dönüşüyor. Edemediğimiz her dua, kalbimizin karanlığını biraz daha arttırıyor. Hakkını veremediğimiz her an, hesabımızı biraz daha ödenmez hale getiriyor. Kurtaramadığımız her çocuk, vicdanlarımıza çıkmayacak bir can lekesi olarak ekleniyor. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Saklayamadığımız her sır, eline düştüğümüz gevezelik hastalığını kronikleştiriyor. Kapıldığımız her boş heyecan, insanlığımızı biraz daha rölantiye alıyor. Fazladan her ışıltı, gözlerimizi ölesiye kamaştırıyor. Attığımız her yanlış adım, bizi doğrunun kapısından biraz daha uzaklaştırıyor. Kaçtığımız her gerçek, ne olduğunu bilemediğimiz bir ağırlık olup sırtımıza biniyor. Dik duramadıkça, eğilip bükülüyoruz. Dünyaya heves ettikçe, gözünü karartmış arzularımızın elinde oyuncak oluyoruz. Ürettiğimiz bütün mazeretler, şeytanî bir imlânın eseri... Kanırttığımız bütün kelimeler, kendimize ihanetimizin müşahhas delilleri... Üşüyoruz, çünkü içimizi ısıtacak bir şeyimiz kalmadı. Ceplerimiz dipsiz birer kara kuyu, yok sadra şifa bir tek hayal bozukluğu... Neredeydi gökyüzü unuttuk, kaybedilmiş hafızalarımızı remzediyor kederli uçurtmalar. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Çıplak gözlerimizle güneşe bakamıyorduk eskiden, şimdi utancından bakamıyor çıplak gövdelerimize güneş. Utancımızı değil sadece, onu bir kopuk düğme olarak düşürdüğümüz yeri de kaybettik bu berbat kargaşada. Bir elimiz yağda, bir elimiz balda, bir elimiz kirde, bir elimiz kanda, nefs kolları sayılamayacak kadar çok bir ahtapot şimdi. Sarhoşuz, bizi kandırsın diye içtiğimiz onca ışıltılı şeyden. Kandırıldık, insanlığımızın kandırılmayı en çok hakettiği yerden. Ne söylesek yetmiyor, büyüyen gövdelerimizin ayıplarını örtmeye. Ne giysek olmuyor üstümüze. Ne takıştırsak yakışmıyor, güzel durmuyor çirkinliğe rehin bıraktığımız suretlerimize. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Faili malum bir cinayet var ortada, mecburuz, pay edeceğiz suçu her birimize. Şimdi biz etmesek bile, göz uçlarımızda biriken seğirmeler itiraf edecek bir gün birikmiş bütün kabahatleri tek tek. Kim ne yaptı, kim ne yapmadı, kim sahipsiz bıraktı hakikati ortalık yerde? Aniden belirecek bütün yüzlerde bütün hikayeler. Sûra kaç kere üflenecek kimbilir, aşikâr ya da sadece bizim duyacağımız bir sesle damarlarımızın gizil dehlizlerinde. Vicdanlar, başka ne zaman yıkanıp yıkanıp iplere asıldı böyle pervasızca, buruşuk çamaşırlar gibi. Gözlerin başka gözlere bakacak, sözlerin başka sözleri duyacak cesareti kalmadı. İnsan, her gün, ama her gün, kendi yaptığı manşetler tarafından hunharca tartaklanan bir kum torbası artık. Yine de bilmeye yanaşmıyor bunu ve kendinden gösterişli bir heykel yontmaya çalışıyor ha bire. İpe sapa gelmeyecek şeylerden kayıklar yapıp yüzdürmeye çalışıyor lezzetten ve mânâdan kesilmiş, köseleye dönmüş dilinin üstünde. Oysa bütün bu debelenmelerin yolu hep aynı zavallı kayboluşa çıkıyor. İnsan, eski metruk bir konak gibi sessizce yanıyor. Ve kanıyor üstünü örtmeye çalıştığımız her şey. Kanıyor içten içe.

30 Mart 2013

bu da bana kabak olsun!



evet bir araba dolusu kabak. bal kabagi. bunlar gerektiginde at arabasina donusmedikleri icin lanetlenmisler, kirmizi bir araba da onlari yutmus.
tamam tamam isin aslini anlatayim; bu zavalli kabaklarin hepsi bir zamanlar-takriben 2010lu yillar ve sonrasinda oldugu saniliyor- fotoğrafçı, sanatçı, orta dogu uzmani, bilir kisi, sosyal mi sosya medya, aforizma manyagi, entel, dantel, kultur, yumak, mantar, sivil ile toplum, kerem ile asli, kalbi temiz, dedesi haci, at pazarında dindar, unlu, siyasi, antikapitalist, klavye kahramani aktivist, artist, yazar, cizer, gezer, ve de gazeteci imis. on metre oteden kabak gibi gorundugu soylenen bu tur uzerinde arastirmacilar hala incelemelerini surduruyor. gecmiste insan olarak bilinen bir ture ait olduklari soylense de uzmanlar henuz bu iddiayi dogrulamis degil.
ustumden basimdan yuzumden dokulen yorgunluklari amcalar dedeler teyzeler nineler toplayip yer vercek nerdeyse. otobusle gidilecek yolu deli gibi yururken, yurunecek yolu otobusle gitmeye mi basladim sorusunun cevabi su an bana pis pis siritiyor. bakma bosuna oyle ne yapsaydim ya. en az benim kadar yorgun deveyi de baglayip bir tutam tevekkul serpince caya biseycik kalmaz. hasili ablam tariflerime uygun cok guzel cekimler yapmis ve boylece iyi bir ogretmen olabilecegimi gec de olsa farketmis oldum. ama yyok yok yazik olurdu cocuklara yok yok hep ilk derslri bos gecerdi.  -kime aliyosun kitaplari, yegenine mi?  -hayir :( kardesime..   -orta kapiyi acar misiniz? (sesim yetismiyor bitkinlikten evet evet bitmekten bitkin) -kaptaann orta kapii!! (yardima kosan turk tipi) tisss.
 sarsilmaz huzurlu naif  mutevekkil bir 360 derece donus oyle herkesin harci olamazdi zaten. donus de denmez ya hani varistir olsa olsa. gidilecek en guzel yeri daha iyi bilmektir.

28 Mart 2013

aklımı al başıma çal! lazım bu. 'taze yoğurt çaldım' derdi babaannem, onun gibi hani. mumkin. orda akıllar evet biraz geri, bir saat kadar. anlıyorum sizi elbette siz de haklısınız. siz de. siz de. ve siz de. haksiz olan biziz, pek bir şeye hakkımız yok, haketmediğin şeyde hakkın mı olur. cık ommaz. iyi aman tamam sustum gittim.

27 Mart 2013

yeğeni olan giremez!

yeni bir hasret turu uretmismisim. ne yapalimmis yoksa yokmus. sanki butun millet yegeniyle mi geziyormus. tobe tobeymis. benimki de lafmis kimi sucluyosammis..

evet efendim herkes yegeniyle geziyo! tombik yanakli ve de mini mini ayakli birbirinden sevimli varliklarla vakit geciriyorlar, fotolarla da belgeliyorlar. metela tu an iki butuk yatlalinda olabilil ve de peltek peltek teyde teyde diye dolanabilildi.. ("kimi sucluyosa deli" nidalari) anca elaleme imrentiyle bakip durayim, uzak illerde yasayan ikinci dereceden teyzeleri oldugum arkadas cocuklarina da hasret kalayim, on yasindaki cocuga bebek muamelesi yapip kucagima alayim.. evet efendim urettim! yegen hasreti diye bir sey ceken insanlar da var bu dunyada.. hih.

20 Mart 2013

hasta olmanın iyi tarafı işe gitmemektir. [the lady with gray cardigan]

13 Mart 2013

kuyu

açacak gibi laleler aniden
korkusuz safi ümit
bir gece
yağmur camları parçalar gibi
içindeki ses gibi
çarpa çarpa zihnin duvarlarına
aksi göğe vuran
o garip his
sisli gece
buğulu gök
derin uyku
bir sabahı olacak bir yerlerde
içi kızılca kıyamet
asil çizgiler alnında
-asil olmasın ruhundan-
bir garip his
basit ama sıradan olmayan
gezinip duran burnun direğinde
göğe yakın bir çatıda
kanatları kopmuş
kuş gerisi
ister güvercin de ister keklik
hür martı yaraşır aslına
kafese gelmez eğilmez boynuyla
cesur ve mağrur
kalacak hep gövdesi
bir sabah olacak
güz kokusu ve sarı yaprak
turuncu gök
asil duygular

bir sabah
olmayacak orada
bağrını yırtar gibi
söker gibi içini
alnındaki derin çizgileri
ulu gözlerini
savurup çıkacak laleler toprağı
yırtar gibi bağrını
içini söker gibi
derin çizgileri alnındaki
o garip his
gök buğulu
derin uyku
gece sis

25 Şubat 2013

kırk yama


kardeşim bunu, akıllı uslu olmayan, sıradan telefonuyla çekmişti. makinalar evde kış uykusuna yatmış gibi kimse onlara dokunmuyordu. bir ara fotoşopta sayfa açmayı bilen herkesin grafiker olduğu gibi, bu sıralar da herkesin (bu herkesi niteleyen sıfatların önemi yok) fotoğrafçı oluşuna Gandhi'msi bir tepki olabilirdi gayet tabii kış uykusundaki makinalarımız. neyse, o günü, oraya gittiğimizi, bunu çektiğini unuttuğumuz günlerden birinde telefonunda rastladık. sevdik, hatta çok sevdik. çözünürlüğü peş para etmez rakamlarıyla, yamalı piksellerinden içi görünen onulmaz yaralarıyla, yükseklerde yalnız ölgün ışığıyla, kervan geçmez durağıyla, ıslak caddesiyle, durgun bakışlı deniziyle sevdik.. 

yok yok bu blogda bir şey var, yine başka fotoğraf için açtımdı, kendimi 'yamalı yaralara övgü senfonisi'nde buldum bu defa da.. bir şehrin hikayesini anlatamaya başladığım seriden bir şeyler olacaktı burada ama.. neyse, boşver, hem demesem bunu nerdeen bileceksin değil mi ama sevgili şehrim. tarihin tozlu sayfaları var ya hani, onlarda bile olamayacağız biz senle zaten kara şehir, kodlara, rakamlara hapsolup kaybolup gideceğiz bir gün. tek tıkla! ne kadar ürkütücü. oysaki tek tıkla silinecek kadar zavallı sanal yaratıklara dönüşmemeliydi eşref-i mahlukat.

bir kitaptan alıntı sanırım, okumadım, sadece bir yerde rastladım bu kısma, haklı yanları var bu kelimelerin, az önceki söylenmelerimi destekler gibi, ama yine de eşyanın bile bir ruhu olduğunu hatırlamak.. neyse; "Beni anımsaman olanaksız. Resimli romanlara benzediğine emin olduğum rüyaların bile beni anımsamana yetmez. Çünkü kimsenin anımsamadığı ve dönmediği bir yerdeyim. Bu yüzden kendini yorma. Nasıl olsa bu satırları okudukça kimin yazdığını unutacaksın. Sen mi, ben mi ? Ne fark eder? Hiçbir şeyin fark etmediğini öğreneceksin. Sadece klavye harfleri. Hepsi o kadar. Ne el yazısı ne imza ne de bir kimlik. Suç işlemek için hiçbirine gerek yok. Yok olacak bir varlığın varlığı yeterli. Gerisi ağaç, apartman, sokak.''

19 Şubat 2013

Naiflik Ülkesinden Notlar IV


                "Demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum."

Sınavda Çıkmayacak Sorular | Güven Adıgüzel

Teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar
Çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını
Ortadoğu’yu ihtiyaç halinde seviyorlar, gökdelenleri her haliyle
Eve geç gelmeyi borsaya bağlıyorlar, geriye kalanları astrolojiye
‘Konuşan tartı’lardan korkmuyorlar bir de, 
-Ben bazen korkuyorum-

Artis diyorlar erken ölenlere bir akşamüstü her yer kalabalık
Her yer kalabalık, üzgünüz yeteri kadar ve Rimbaud mahkemelerde sanık
Sırayla ölüyor kumbarası kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller
İçinde Ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, bir şeyler kahrolsun!
-İşgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!-

Stratejik bir aşk yaşıyorum devlet görmesin, keşişleri hemen soboleyin
Bu saklambaç bizden uzak, kavimler göçü konumuz değil, seni seviyorum!
İdeolojiler söylüyorum dünya kurtarmak isteyenlere ve çok rüya görüyorum
İnsanı anlamakla meşgulüz, üstelik görünürde hiç ipucu da yok
Ben bazen korkuyorum, annem duruyor hemen kalbime
Beni hep yanlış öldürüyorlar anne diyesim geliyor
Sonra cihad geliyor aklıma, cihad’ı çok seviyorum
-Ama bunları coğrafi keşiflerle açıklayamam-

Çocuğu okula yazdırıyorlar, merkez sağ’ı ve dedikoduyu çok seviyorlar
Üniter yapı diyorlar, uluslararası toplum, en az iki yabancı dil
Minareler gölde ediyor, başka ihsan da istiyorlar
Akşam ezanında eve giriyoruz, üzgünüz yani gereği kadar
Demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum.

Yemeklerden sonra pişman oluyorlar, kravat takıyorlar, az seviyorlar
Aşık olamıyorlar, çok şişmanlıyorlar ve hiç gülmüyorlar
-Manavlar da şiire inansın diye kırmızıydı belki elmalar-
Elmalar deyince aklıma annem geliyor ve taksitli sancılar
Bir yanağın elma oluşunu,
Devrik cümlelerle düşünüyorum…

-Sigortalı bir işe girmeden aşık olunmuyor-

Güven Adıgüzel