11 Nisan 2013

Can Lekesi | Gökhan Özcan

Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Kendimizle konuşamadığımız her söz içimizde büyüyor, büyüyor ve habisleşiyor. Yıkılmamak için yaslandığımız her yalan, doymak bilmez bir kemirgene dönüşerek hayatımızı kemirmeye başlıyor. Aramaktan vazgeçtiğimiz her güzellik, içimizdeki uçsuz bucaksız çölü biraz daha büyütüyor. Farkedemediğimiz her yağmur, söndüremediğimiz bir yangına dönüşüyor. Edemediğimiz her dua, kalbimizin karanlığını biraz daha arttırıyor. Hakkını veremediğimiz her an, hesabımızı biraz daha ödenmez hale getiriyor. Kurtaramadığımız her çocuk, vicdanlarımıza çıkmayacak bir can lekesi olarak ekleniyor. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Saklayamadığımız her sır, eline düştüğümüz gevezelik hastalığını kronikleştiriyor. Kapıldığımız her boş heyecan, insanlığımızı biraz daha rölantiye alıyor. Fazladan her ışıltı, gözlerimizi ölesiye kamaştırıyor. Attığımız her yanlış adım, bizi doğrunun kapısından biraz daha uzaklaştırıyor. Kaçtığımız her gerçek, ne olduğunu bilemediğimiz bir ağırlık olup sırtımıza biniyor. Dik duramadıkça, eğilip bükülüyoruz. Dünyaya heves ettikçe, gözünü karartmış arzularımızın elinde oyuncak oluyoruz. Ürettiğimiz bütün mazeretler, şeytanî bir imlânın eseri... Kanırttığımız bütün kelimeler, kendimize ihanetimizin müşahhas delilleri... Üşüyoruz, çünkü içimizi ısıtacak bir şeyimiz kalmadı. Ceplerimiz dipsiz birer kara kuyu, yok sadra şifa bir tek hayal bozukluğu... Neredeydi gökyüzü unuttuk, kaybedilmiş hafızalarımızı remzediyor kederli uçurtmalar. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Çıplak gözlerimizle güneşe bakamıyorduk eskiden, şimdi utancından bakamıyor çıplak gövdelerimize güneş. Utancımızı değil sadece, onu bir kopuk düğme olarak düşürdüğümüz yeri de kaybettik bu berbat kargaşada. Bir elimiz yağda, bir elimiz balda, bir elimiz kirde, bir elimiz kanda, nefs kolları sayılamayacak kadar çok bir ahtapot şimdi. Sarhoşuz, bizi kandırsın diye içtiğimiz onca ışıltılı şeyden. Kandırıldık, insanlığımızın kandırılmayı en çok hakettiği yerden. Ne söylesek yetmiyor, büyüyen gövdelerimizin ayıplarını örtmeye. Ne giysek olmuyor üstümüze. Ne takıştırsak yakışmıyor, güzel durmuyor çirkinliğe rehin bıraktığımız suretlerimize. Üstünü örtmeye çalıştığımız her şey kanıyor. Faili malum bir cinayet var ortada, mecburuz, pay edeceğiz suçu her birimize. Şimdi biz etmesek bile, göz uçlarımızda biriken seğirmeler itiraf edecek bir gün birikmiş bütün kabahatleri tek tek. Kim ne yaptı, kim ne yapmadı, kim sahipsiz bıraktı hakikati ortalık yerde? Aniden belirecek bütün yüzlerde bütün hikayeler. Sûra kaç kere üflenecek kimbilir, aşikâr ya da sadece bizim duyacağımız bir sesle damarlarımızın gizil dehlizlerinde. Vicdanlar, başka ne zaman yıkanıp yıkanıp iplere asıldı böyle pervasızca, buruşuk çamaşırlar gibi. Gözlerin başka gözlere bakacak, sözlerin başka sözleri duyacak cesareti kalmadı. İnsan, her gün, ama her gün, kendi yaptığı manşetler tarafından hunharca tartaklanan bir kum torbası artık. Yine de bilmeye yanaşmıyor bunu ve kendinden gösterişli bir heykel yontmaya çalışıyor ha bire. İpe sapa gelmeyecek şeylerden kayıklar yapıp yüzdürmeye çalışıyor lezzetten ve mânâdan kesilmiş, köseleye dönmüş dilinin üstünde. Oysa bütün bu debelenmelerin yolu hep aynı zavallı kayboluşa çıkıyor. İnsan, eski metruk bir konak gibi sessizce yanıyor. Ve kanıyor üstünü örtmeye çalıştığımız her şey. Kanıyor içten içe.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder