31 Mayıs 2014

noktanın sonuna kadar

geldim. günlerin sonsuzluğunu ispatlamak için güzel bir gün. ışıklı tabelanın yanmayan harfi gibi. eksik. evin arka penceresinden bakıp buna da şükür demek için, acıkınca gagasıyla cama vuran, yan yan bakan kuşun diliyle bir şeyler anlatmak için. elbette bunların kimse için bir önemi yok. bir yanılgıdan ötekine koşturmanın ve bunu defaatle yapmanın ağırlığını kimseye yükleyecek değilim. korktuğum başıma gelmek üzere: kelimelerimi anlık tüketen bir mekanizmaya bağladıktan sonra benden kaçmaya başladılar. bunlarsa, yani buraya bunları yazmama son bir şans verenler, şimdi şuan burada sıralanıyorlar. amaçsız ve sakin kelimeler. belki size bir gün pazardaki Türkistanlı dedeyi anlatırım. yüzündeki göçü ve daha fazla soru sormama müsaade etmeyen onurlu ifadeyi. aramızda görünen bir alışverişin dışında gerçekleşen gizli soru cevaplı hislerin boğazda düğümlenişini de anlatırım belki. bir kaç hafta sonra da aynı tezgahta sattıklarının fiyatını söyleyecek kadar bile dil bilmeyen hanımını da anlatırım belki.

yaşamak; çıkmamış bir canı sağda solda koşturmak, bedene bir kılıf geçirmek, yapıp ettiklerine bir açıklama ve göğe bir kaç kelime bırakmak oluyor bazen. göğe bırakılacak bir kaç niyaz için fırsat kollayacakken, araya sıkışması ne garip, kapıya sıkışmış parmak gibi düşün kendini. kolu çevir. otomatiğe bas. bir şey yap. peki anlaştık. geldim mi dedim. gelgelelim ellerim gitgide anneminkilere benziyor, güzel kılıflar buluyorum onun gibi, genelgeçer yüz ifadeleri, ufak tiyatral hareketler sergiliyorum kendimden başkasıyla konuşurken. içimiz kıymetli, açtıkça döktükçe azalıyor, bereketi kaçıyor, horlandıkça harlanıyor. herkes kadar neysen osun alış diyor annemin elleri, aksini kendin öğrenmezsen öğretirler.

geldim. yaşken fazla eğilenlerin ruhunun kamburunu aynada göstermek için geldim.
ki insan gitmediği bir yere nasıl gelebilir. mesela hepimiz biliyoruz ki gezgin bir kimse değilim, adımın baş harfleri zehr tutuyor, kim bilir bir çok şehre hasret göçeceğim burdan, bunun ne demek olduğunu anlatmakla anlatamam. bağışlanmamı dilerim.

yazmayı özlüyorum sık sık. oysa daha çok konuşman bekleniyorken, her şey bu kadar ifade edilmek zorundayken, konuşmayan kimse kalmamalıyken, susmalıyken. bu yarışı bir yakarışa yada bir uzun karakışa çeviren ne. tamam başlamıyorum yine. kelimelerle oynayınca kızıyorlar, küsüyorlar, başka yerlere sürgün ediyorlar burdan.
yılların atını dört nala sürdüğünü söylemek için mi geldim. bilmiyorum. defalarca katlanıyorsun katlanıyorsun, origamiden bir kuş olayım bari diyorsun, etrafın insandan çitlerle çevrili kaçamıyorsun. insan hapsi en zoru.
.
noktanın sonuna kadar
bir sinir bir can yanmasıyla
bir parçamı 
bir demir mengeneye
koyup sıkmak istiyorum mu nedir 
dilimi
.

2 yorum:

  1. İnsanın yazacakları birikince epey birikiyor -galiba-. Sonra, birkaç kez okuyuncaya dek anlayamayabiliyoruz kelimelerin asıl derdini. Ya da eksik anlıyoruz diyelim. Kelimelerin karmaşık olmalarıyla değil, beklemekten kaynaklı yüksek tesir yüklenmeleriyle ilgili durum. Belki de bunların hiçbiri doğru değil. Neyi ne kadar anladığımız sual edilmediği sürece bir dersten daha geçmiş sayılıyoruz!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zarifoğlu'nun muğlaklığı çökmüş olabilir, ona da razıyız. Belki de dura dura mayalanmaktandır doğru. Kimisine ne diyo yine bu dedirtirken, kimisine de bir kaç kez okutuyor demek.. Okutana değil okuyana bakmalı bu durumda, anlamaya çalışmak değerli. Böylece 'neyi ne kadar anladığımızı sual etmeye' lüzum kalmaz çünkü herkes nasibi kadar anlar, kelimelerle sınavımız budur ve bu sınavdan nasibimizce geçmiş sayılırız.

      Sil